Ali FERŞADOĞLU |
|
Niçin ibadet ediyoruz? |
Bizi yokluk karanlıklarından şu aydınlık varlık âlemine çıkaran; en güzel cihazlarla donatan ve sayısız ni’metler veren yüce Rabbimize ibâdetle teşekkür etmek vicdânî bir borçtur. Bunun yanında; cinnî ve insî şeytanların şüphe, dürtü ve vesvese tarzında gelen mesajlarından etkilenmemek için de ibâdet etmek gerekmektedir. İnsan “Allah’ı tanımak ve Ona ibâdet etmek” 1, “Allah’ı tanımak ve yeryüzünü mamur etmek üzere”2 dünyaya gönderilmiştir. İnsanlar ilk yaratılışında ibâdete istidatlı ve takvâya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Nasıl ki bir insan, bir iş için bir adamı teçhiz ettiği (çeşitli bilgi ve cihazlarla donattığı) zaman, o işin o adamdan yapılmasını ümit eder. Teşbihte hata olmaz, Cenâb-ı Hak, insanlara, kemâl için bir istidat, teklif/imtihan için bir kabiliyet ve bir ihtiyar/hür irâde vermiştir. Bu itibarla, Cenâb-ı Hak, insanlardan o işlerin yapılmasını intizar etmektedir (beklemektedir) denilebilir. Sanki beşere emrediyor: Ey beşer! Yüksek ve alçak bütün ecramı/cirimleri sizin istifadenize tahsis etmekle sizlere bu kadar izaz ve ikramlarda bulunan Cenâb-ı Hakk’a ibadet ediniz ve sizlere yaptığı kerâmete karşı liyakatinizi izhar ediniz!3 Öte yandan; olgunlaşabilmek, yâni gerçek insan özelliğini kazanabilmek için de ibâdet etmeli. Mü’min, ancak ibâdetle nefis ve hevâ, cin ve ins şeytanlarına karşı mücâhede edip günahlardan ve rezîl ahlâktan, kalb ve ruhunu, ebedî felâketten kurtarabilir.4 Eğer, kendisine biçilen rolü oynayamazsa; huzûr bulamaz; vesveselere maruz kalır. Emânete (İlâhî hakikatlere, emirlere) lâyık bir hilâfete liyakat kazanmamız5 ibâdet ve tefekküre bağlıdır. Aksi halde, şeytanın ordusuna iltihak etme gibi bir tehlike ortaya çıkmaktadır. Çünkü, amele/ibâdet ve üretime muvaffak olamayanlar yeise (ümitsizliğe) düşer.6 Ümitsizlik ise şeytanın büyük silâhlarındandır; insanı onunla avlar. Dolayısıyla, insan, “kuvve-i akliye ve kuvve-i gadabiye” gibi ruhun sâir temel ihtiyaçlarını da vasatta tutabilmesi için ibâdet etmeli. Hayatını ibâdetlerle programlarsa, kuvve-i şeheviye de dengelenir. Diğer taraftan Akıl, kalb gibi duygu, duyu, organ ve hattâ hayâlin de vazifesi içinde bir ibâdeti olmalıdır. Gözün ibadeti helâl dairesini temâşa etmek, kulağın güzel sesleri işitmektir. Rûhî tekâmül; bize verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayâl ve sâir kuvvelerin yüzlerini sonsuz hayata çevirerek, her biri kendine lâyık özel bir kulluk vazifesiyle meşgul etmektir. Böylece duygular, şeytânî düşünce ve vesveselerden, meşgalelerden de uzaklaştırılmış olur.7
Dipnotlar:
1-Kur’ân, Zariyat 56, 2-Age, En’am, 156 3-İşârâtü’l-İ’câz, s. 153-154, 4-Sözler, s. 29 5-Age, s. 298 6-Mesnevi-î Nûriye, s. 57 7-Sözler, s. 27 26.01.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |