Hakan YALMAN |
|
Kazalar ve ölümler |
Yaşanan her şey, bir kazadır. Yani kader programının icrâ edilmesi ya da şehadet âleminde, bizlerin algılarına hitap eder tarzda ortaya çıkmasıdır. Hiç bir şey tesadüfen, mânâsız şekilde ve gereksiz olarak ortaya çıkmaz. Her yaşanan, bir kelime, bir cümle ya da bir işarettir ve algılayana yönelik mesajlar içerir. Bir zamanların, azamet ve kibriya, hakimiyet ve irade gibi özellikleri yansıtan, insanların çevresine pervane olduğu ve emirlerle işler yürüten valisi, devlet başkanı ve pek çok makam sahibi, bir anda solunum cihazına bağlı, bütün birikimlerinin kayıt yeri ve işletim sistemi olan beyni devre dışı kalmış ve yalnızca kalp çalışarak vücut hücreleri bir bitki misâline dönebiliyor. Artık eline, koluna ve beden azalarına dahi hükmü geçmiyor, kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, küçük bir bebekten daha aciz bir durumda kalıyor. Ruh, kim bilir nerelerde? Bütün bunlar ve benzeri haller hep şu tanımlamayı hatıra getiriyor: “Yalan Dünya”. Evet, dünya yalan, çünkü hiç bir şeyi kalıcı, istikrarlı, sürekli değil. Bu gün önünüze pek çok nimet seriyor; ertesi gün kat kat fazlasıyla geri alabiliyor. Hiçbir şey kararlı, daimi ve zâtî değil. Gördüğümüz ve görebileceğimiz her şey geçici, fani ve ârızî. Demek ki, varlık âleminde ve mahluklarda gözlenen özellikler onların kendilerine ait değiller. Bir Şems-i Ezelî var ve mahlûklar damlacıklar veya kabarcıklar misâli O’ndaki özellikleri O’na mukabil oldukları süre boyunca yansıtıyorlar, sonra kaybolup gidiyorlar. Varlığın başlangıcından beri sayısız mahluk, dünyanın ömrü boyunca pek çok vali, padişah, büyük insan gelip geçmiş. Sahip oldukları vasıflar ve üstün sıfatlar onlarda durmamış. Demek onlara ait değil. Hayat vazifesi sona ermiş bütün sevdiklerimizi bize sevdiren güzel sıfatları idi. Bir kimliğin arka planında onunla bağlantılı olarak algıladığımız güzellikler o kimliğe ve o bedene sınırlı değil. Öyle ise hayattan terhis olandan yansıyan güzellikler batmadı ve yok olmadı. Çünkü onlar Zat-ı Zülkemal’e, Şems-i Sermed’e ait. O’na yöneldikten ve O’na âyine olduktan sonra çok daha güzel ve kalıcı bir tarzda verilecek. Yaşanan her vefat, hepimiz için büyük ibretler içeriyor. Uğrunda gecemizi gündüzümüze kattığımız dünya, makam, mevki ve paraların son noktada bize hiç bir faydası yok. “Türkiye’nin ona daha çok ihtiyacı vardı”, “Daha pek çok hizmetleri olacaktı” gibi ifadelerin vefat edenin şu anki konumu açısından hiçbir anlamı yok. Öldükten sonra önemli olan Allah için yaptıkları, kullukları ve ibadetleri. Aynı hâl hepimiz için geçerli, yarın sadece kulluk noktasında yaptıklarımızın önem kazandığı benzer bir hâlle yüz yüze gelebiliriz. O yüzden hayatın yoğunluğu içerisinde ve dünya için koştururken bu aklımızın hep bir köşesinde yer almalı. Gerçi her gün yaşananlar bizleri yeterince ikaz ediyor ama her halde duymak istemiyoruz. Mezarlıklardan, kötü haberlerden, hastahanelerden kaçmakla, hatırlamamakla kurtulduğumuzu, rahat edebileceğimizi zannediyoruz. Oysa, bu bir kaçış ve en fazla kabir kapısına kadar sürebilir. Tek çare ölümün yüzüne gülmek ve gerçek mânâsını idrak etmek. Kaçış sadece acıyı artırıyor, hayatı zorlaştırıyor ve sıkıntıları ziyadeleştiriyor. Ölümü de en az hayat kadar iyi tanıyıp anlam veremedikçe bu fani dünyada mutlu olabilmek ve her anında huzurlu yaşayabilmek mümkün gözükmüyor. 26.01.2010 E-Posta: [email protected] |