Faruk ÇAKIR |
|
Uzlaşma tuzağı |
Türkiye’yi idare edenler “Her konuda işler yolunda” dese de bazı işlerin yolunda gitmediği belli. Sebeplere bakıldığında işlerin yolunda olması gerekir, ama bir noktada ‘terslik’ olduğu anlaşılıyor. ‘Tek başına iş başına’ gelen hükümet, ikinci iktidar devresini sürdürüyor. Muhalefet partilerinin ‘erken seçim’ çağrılarına itiraz eden Başbakan, “Ne seçimi? Seçimler zamanında yapılacak” diyor. Siyasette “bir gün” bile uzundur, ama bugün itibarıyla bakıldığında erken seçim isteyenlerin menfaatine olabilecek bir durum görünmüyor. Her ne kadar seçim atmosferi olmasa da, muhalefet partilerinden güçlü bir demokrasi ve şeffaflık çağrısı duyulmaması onlar adına bir eksiklik. Fiilî darbeler ve onları aratmayan darbe planları sonrasında bu planlara itiraz eden, alternatifler ortaya koyan ya da kanun dışı yollar arayanlara hesap sorulmasını isteyen bir muhalefet sesi duyulmadı. Oysa Türkiye’nin hür ve demokrat olması hepimizin menfaatinedir. Bütün siyasî partilerin hür ve demokrat olma yolunda birbirleriyle yarışması günümüz şartlarının gereğidir. Çünkü seçim sandıkları kurulduğunda “Ben daha hür, daha demokrat ve daha zengin bir ülke vaad ediyorum” diyen kazanır ve kazanmalıdır. İktidar partisi “Biz elimizden geleni yaptık, ama muhalefet bize destek olmadı” anlamına gelecek şekilde serzenişte bulunuyor. İktidarın attığı her adımda muhalefetten destek beklerse doğru olmaz. Elbette muhalefetin iktidara ‘temel konular’da destek olması iktidarı sevindirir, ama attığı her adımına muhalefet desteği beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Daha da önemlisi ‘tek başına iktidar’da olan hükümetin ‘elinden gelen her şeyi yaptığı’ tartışmalıdır. Tek başına yapması mümkün olan pek çok şeyi “uzlaşma arayışı” bahanesininin arkasına sığınarak ertelediği bellidir. En çarpıcı örnek yeni ve sivil bir anayasa yapılması yönünde atılan adımlardır. AKP’nin iktidara geldiği ilk günlerden beri seslendirdiği “yeni ve sivil bir anayasa yapma” çalışmaları hep ‘uzlaşma bahane’sine tosladı. Üstelik uzlaşılmak istenen parti, yıllarca ‘Tek parti’ anlayışıyla millete eza ve cefa çektiren bir parti. Bu partinin son yıllarda sergilediği tavır, ihtilâlcilerin tavrıyla eşdeğer. Dolayısı ile mevcut anamuhalefet partisiyle uzlaşmaya çalışmak, darbecilerle ya da ihtilâlcilerle uzlaşmaya çalışmaya eşdeğer. Onlarla yapılacak bir uzlaşma sonucu hazırlanan anayasanın yeni olması belki mümkün, ama ‘sivil anlayış’ı temsil etmesi mümkün değil. İktidar partisinin bir yanlışı, kendisini savunmak uğruna, doğruları savunmayı ihmal etmesi. Başbakan, dün düzenlenen “Uluslararası Demokrasi Sempozyumu”nda yaptığı konuşmada partilerine yöneltilen eleştirileri cevaplandırırken, “Biz iktidara geldik de ne değişti? Kimin hayatında bir değişme oldu ki? Rahatça içkilerinizi içiyorsunuz, sizi kimse engellemiyor. Belediye başkanlığı dönemimde de ‘otobüsleri harem-selamlık olarak ayıracaklar’ demişlerdi. Ayırdık mı?” anlamına gelecek sözler söyledi. İyi de, kendi partinizi savunmak uğruna “gerçekleri ve doğru”ları savunmaktan niçin vazgeçersiniz? Dünyanın başka ülkelerinde ve üstelik dinî hassasiyet gereği olmadığı halde otobüs ya da trenlerde “harem-selamlık” uygulaması yok mu? Var. O halde Türkiye’de de böyle bir talep varsa niçin bu talep yerine getirilmesin? “Bazıları istemez” diye gerçekleri inkâr mı edelim? Bazıları istemiyor diye ezân-ı Muhammedî’yi aslıyla okumayalım mı? Bazıları istemiyor diye Kur’ân okunması ve eğitimi sona mı ersin? Bazıları istemiyor diye başörtüler çıkarılsın mı? Her zaman yanlışların yapılmasını isteyenler de olacak. Ama bize düzen her hal ve şartta doğruları savunmak, doğru adım atmak ve Hakk’a sığınmak. Uzlaşma bahanesiyle gerçeklerden vazgeçemeyiz vesselam. 26.01.2010 E-Posta: [email protected] |