Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Kar notları |
Çevre yazarımız Cevat Çakır’ın “kar duası”na çıkmaktan bahsettiği yazısından haftalar sonra, kabule şayan bir dua hükmüne geçmiş olmalı, özlediğimiz kara kavuştuk. Gerçi doğu vilâyetlerimiz her zaman olduğu gibi aylardır kar altında. Ama onlar için bu durum “olağan” sayıldığından, çoğu zaman haber konusu bile olmuyor. Oysa biz İstanbul’dakiler, kendimizi ülkenin, hattâ dünyanın merkezinde yaşıyor kabul ettiğimiz için, buradaki kar yağışını en önemli gündem konusu olarak görüyoruz. Haddizatında haksız da sayılmayız. Çünkü İstanbul’da olup bitenler, birçok bakımdan, ülkenin her tarafını, hattâ bütün bölgeyi ve dünyayı yakından ilgilendiriyor. Ne de olsa kıt’aları birleştiren ve bu yıl resmen “Avrupa kültür başkenti” de ilân edilen bir dünya şehrinde yaşıyoruz. İstanbul’daki zorlu kışların, takvim yapraklarına tarihî vak’alar olarak kaydedilmesi bundan. Geçtiğimiz günlerdeki fırtına, tipi ve kar dalgası, bizim 32,5 yılı geride bırakan İstanbul ikametimizde yaşadığımız 1987 ve 2004 kışları ayarında olmadı ve onlarla kıyaslandığında hayli hafif geçti. Hem kar yağışı o kadar yoğun ve sürekli olmadı, hem ara verdikten sonra gelen ikinci ve sürpriz kar dalgası daha yumuşak ve mutedil geçti, hem de belediyelerin ve halkın önceki tecrübelerden hareketle çok daha dikkatli ve hazırlıklı davranmaları, trafik başta olmak üzere muhtemel tıkanıklık ve sıkıntılara meydan vermedi. Sokaklarda yaşayan evsizlerin karlı günlerde sıcak mekânlarda sıcak çorbalarla ağırlanmaları güzel bir insanî atmosfer oluşturdu, ama aralarında—üstelik tam Kore savaşının yıldönümünde can veren bir Kore gazisinin de bulunduğu—bazı kişilerin sokakta ölü bulunması içimizi yaktı. İnşaallah şehitlik mertebesine erişmişlerdir... Bilindiği gibi, “Kâinatta tesadüf yok” diyen Üstad Bediüzzaman, materyalist ve dünyaperest bakış açısının alelâde, sıradan olaylar olarak geçiştirdiği “tabiat hadiseleri”ni de kadere bakan yönleri ve manevî cihetleriyle izah ve tahlil eder. Meselâ kış şartlarının gayri mutad şekilde ağırlaştığı bir dönemde “hava unsurunu gazaba getiren sebepler”i araştırırken, bunlardan birini, Mecliste solcuların cezalandırılmasını öne çekip dindarların serbestiyetini tehir eden bir düzenlemenin gündeme getirilmesi olarak tesbit eder. Dine ve dindarlara yönelik umumî taarruzların, felâket ve musibetler için kadere fetva verdirip davetiye çıkardığını ısrarla, defaatle vurgular. Bu çerçevede, geride bıraktığımız fırtına-tipi-kar dalgasının, cami bombalama, dindarları içeri tıkma, Türkçe ezanı tekrar hortlatma senaryolarını içeren balyoz planıyla eşzamanlı olarak bastırması, herhalde tesadüfî bir olay olmasa gerek. Bu planların deşifre edilip, perde gerisindeki niyetlerin açığa çıktığı ve buna ilâveten, bir hocanın evvelce Üstad ve Risale-i Nur hakkındaki yanlış anlaşılmaya ve istismara müsait sözlerini tashih ettiği gün havanın açılmaya başlaması da. Her tarafın karla kaplı olduğu günlerde FatihÇarşamba’nın Çukurbostan’ında çarşaflı genç kızları neşe içinde kartopu oynarken görünce, insanları dış görünüşleri ve kıyafetleriyle yargılayıp mahkûm eden ve dışlayan anlayışın ne kadar yanlış ve ilkel olduğunu bir kez daha düşündük. Önyargılarla oluşturulan yapay duvarları kaldırmaya ve herşeyden önce “insan” olma ortak paydasının ve buna ilâveten din, dil, vatan, komşuluk, hemşehrilik gibi bizi birbirimize rapteden bağların ne kadar güçlü olduğunu fark etmeye o kadar ihtiyacımız var ki... Masum bir eğlence olan kartopu oyunu bile buna bir vesile olabilir. Evet, çarşaflılarla “çağdaş” giyimliler bir araya gelip, önce insan, sonra kadın olmanın hassasiyeti ile diyalog kurabilseler herşey çok farklı olur. Esasen o semtte farklı hayat ve giyim tarzlarıyla bunu başarabilen birçok insan var. Ama bunun dışarıya ve medyaya da yansıması lâzım. Karın beyaz örtüsü, bize bunları da düşündürdü. Paylaşma ihtiyacı duyduk. Takdir sizlerin... 31.01.2010 E-Posta: [email protected] |