Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Ne yapacağını bilmek |
Peş peşe gündeme gelen darbe planları için “Hükümet olarak, bunları bildiğiniz halde yedi senedir ne yaptınız?” sorularının sıklaşması üzerine Başbakan yine öfkelendi. “Kimse bize gaz vermesin. Biz neyi ne zaman yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. Yola çıkarken bütün bunların planlamasını yaptık” diye çıkıştı. Ve bu bahisler açıldığında hep söyleyegeldiği, adeta statüko karşısındaki direnme görüntüsüyle taviz ve teslimiyet realitesini harmanlamanın formülü haline gelen “Dik duracağız, ama diklenmeyeceğiz” sözünü bir defa daha tekrarladı. Daha önce de darbe girişimlerini başından beri bildiklerini, ama gerilim olmasın diye üzerine gitmediklerini belirten beyanlarda bulunmuştu. Başbakan herşeyi planlayarak yola çıktıklarını ve neyin ne zaman yapılacağını gayet iyi bildiklerini söylediğine göre, sekizinci yılına giren iktidarları boyunca ya hiç el atmadıkları, ya da atma girişiminde bulunup da netice alamayıp yarım bıraktıkları ve bazılarında durumu daha da kötüleştirdikleri hususların hesabını, kendilerine büyük ümitlerle oy veren seçmenleri başta olmak üzere kamuoyuna vermeleri gerekmez mi? Oysa bakıyoruz, aynı Başbakan meselenin bu boyutu için şu söylemlerle halkın önüne çıkıyor: “Biz direksiyondayız, gaza basıyoruz. Birileri geliyor, frene basıyor. Birileri geliyor, debriyaja basıyor. Birileri vites küçültüyor. Bir başkası geliyor, direksiyona müdahale etmeye çalışıyor...” Erdoğan’ın gaza basarak hızlandırmak isteyip de engellenmekten yakındığı araç için, hükümetteki bir numaralı yardımcısı Cemil Çiçek, “Araç yağ yakıyor, egsoz patlak, lastikler kabak” benzetmesi yapmıştı. Bu haldeki bir araç, direksiyonuna oturup gaza basmakla hızlanabilir mi? Hattâ hızlanmak bir yana, hareket edebilir mi? Mesele, evvelâ aracı sıkı bir rektifiyeden geçirip o halden çıkararak işler hale getirmek; sonra da frene, debriyaja, vitese, direksiyona yapılan müdahaleleri engelleme dirayetini göstermek. Ama bakıyoruz, 2003 Mart’ında kendisi için yapılan Siirt seçimiyle milletvekili sıfatını kazanıp ardından başbakanlığı devraldığında “Tecrübeli kaptan fırtınalı denizlerde belli olur” ifadesini kullanan “şoför” yine şikâyet makamında: “Yedi yıldır nelerle karşılaştığımızı biliyorsunuz. Yasa çıkaracağız, cumhurbaşkanı seçeceğiz, anayasayı değiştireceğiz, çetelerle mücadele edeceğiz... Ama hepsinde ‘Hayır, yapamazsın’ diyen statüko karşımıza çıkıyor ve engelliyor.” Hani bütün bunları bilerek ve nasıl aşacağınızın da planlarını yaparak yola çıkmıştınız? Hani neyin ne zaman yapılacağını siz biliyordunuz? Eğer öyleyse bu yakınma ve sızlanmalar neyin nesi? Yedi yıldır oturduğunuz yerin şikâyet değil, icraat yeri olduğunu hâlâ fark edemediniz mi? Bir de, “Ne yapacağımızı biliyoruz” deyip de, çözmek üzere devraldığınız sıkıntıların bugünlere daha da katmerlenerek gelmesini netice veren vahim ve tarihî hatalarınız var ki, başlı başına ele alınması gereken bir dosya oluşturuyor. HSYK krizinde başı çeken isimlerden birinin, vakti zamanında bu hükümet tarafından ödüllendirilip o makama getirilmesinden başlayın... Gizli anayasa olarak da adlandırılan Millî Güvenlik Siyaset Belgesinin, yine askerî inisiyatifle ve yirmi yıl boyunca geçerli olmak üzere güncellenmiş şekline hükümetin geçit vermesine... Eşzamanlı olarak, 28 Şubat ürünü EMASYA protokolünün geçerlilik süresinin uzatılmasına... Anayasa Mahkemesinden dönüp, daha kapsamlı anayasa reformlarının da önünü tıkayacağı bilinmesine rağmen ve iyiniyetli “Vazgeçin bu işten” ikazlarına kulak tıkayarak, önce üniversite öğrencilerine başörtüsünü serbest bırakma, ardından askerlere sivil yargı yolunu açma gerekçesiyle yapılan anayasa değişikliklerine kadar... Bunlar, en iyiniyetli yorumla “Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar” tesbitine denk düşüp, bedelini millete ödeten, dolayısıyla halkın da hesabını sorması gereken yanlışlar değil mi? 30.01.2010 E-Posta: [email protected] |