Cevher İLHAN |
|
“Kriz” ve “şaka”! |
Türkiye, son yılların dehşetli “darbe ortamını oluşturma” ve “darbe teşebbüsleri”ni tartışırken, “alçak koltuk krizi”nden sonra İsrail’le ilişkiler daha da ilerletiliyor. Bilindiği gibi, mâlum “kriz”in ardından İsrail Savunma Bakanı Barak Ankara’ya geldi; İsrail’le yeni “sürpriz işbirlikleri”ne gidildi. Heron ihâlesinin yanısıra, İsrail devlet şirketi IMI ile ASELSAN’ın M-60 Amerikan tanklarını modernizasyonu ortaklığı protokolü imzalandı. İsrail’le 60’ın üzerinde anlaşma yapıldığını açıklayan Millî Savunma Bakanı Gönül, İsrail’le teknolojik işbirliğinin yeni projelerle devam edeceğini” söyledi. Keza Türkiye ile İsrail arasında düzenli yürütülen “siyasî istişare toplantıları”nın 13’ncüsü Ankara’da yapıldı; İsrail Dışişleri Müsteşarı Yossi Gal, “ilişkilerin iyileştirilmesi” ile Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun İsrail ziyaretlerine zemin hazırladı. Ve en son gazetecileri çağırıp Türkiye Büyükelçisi’nin “alçak koltuğu”na ve “sehpada bir tek İsrail bayrağı”nın bulunmasına İbranice dikkat çeken krizin baş mimarı İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon, “Her şey bir şakayla başladı; olay medyaya yansımamalıydı, “İsrail hükümetinin Türkiye ile bir sorunu kesinlikle yok” dedi. (NTV, Tayhan Karaca, 26.1.2010) DP VE AP CİDDÎ YAPTIRIMLARDA BULUNDU Dikkati çeken husus, bu “kriz”de de Türkiye’nin İsrail’e karşı hiçbir ciddî yaptırımda bulunmamasıydı. Türk Büyükelçisi’nin çağrılmayıp, Telaviv’de bekletilmesiydi… Bu arada Ayalon’un “özel özür mektubu”yla yetinen Ankara’nın tavrı, “büyük bir diplomatik başarı” olarak sunulurken, bir tek “AKP hükûmeti döneminde İsrail’e tavır konulduğu” propagandasıyla, yakın siyasî tarihte özellikle Demokrat Parti ve Adalet Partisi iktidarlarının İsrail’e gösterdiği “diplomatik tepki” ve “yaptırımları” gözardı edildi, politik şaşırtmalara başvuruldu… Oysa CHP devrinde Müslüman ülkeler içinde Ocak 1950’de Tel-Aviv’e ataşe gönderilmesiyle başlattığı ve 6 Mart 1950’de İsrail’in tanınmasıyla resmileşen diplomatik ilişkilerde ilk resmî tepkiyi koyan DP hükûmeti idi. Peşinden 1955’te Bağdat Paktı kurulurken, yine Menderes hükûmeti, İsrail’in 1947’deki sınırlarına çekilmesini resmen iletti. 1956’da Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, İsrail’in İngiltere ve Fransa’yla birlikte kanal bölgesini işgalini ve Sina Yarımadasına girip Mısır’a saldırmasını DP hükûmeti kınamakla kalmadı. Tel Aviv’deki diplomatik temsilcisini geri çekti, Ankara’daki İsrail temsilcisinin de gitmesini istedi. İsrail’in 1947’deki sınırlarına çekilme talebini tekrarladı. Yine AP hükûmetinde Türkiye, 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda İsrail’e karşı açıkça Arapları destekledi. BM’de Filistin lehine oy verdi ve resmen Filistin’den yana tavır aldı. Başbakan Demirel, ABD’nin Arap ülkelerine karşı Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin vermeyeceğini açıkça ilân etti. Savaştan sonra ise İsrail’in Mısır’ın Sina Yarımadası ile Suriye’nin Golan Tepeleri’nden çekilmesini açıkça istedi. Türkiye Başbakanı ile Ürdün Kralı Hüseyin Ankara’da “İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini ve Kudüs’le ilgili BM kararlarının uygulanmasını” bir bildiri bildirdiler. Peşinden Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden Demirel, Türkiye’nin İsrail’in işgal politikalarına karşı çıktığını tekrarladı… “ONE MİNUTE” VE “ÖZÜR” PARAVANINDA… Yine AP hükûmeti döneminde, Türkiye, BM Genel Kurulunda, İsrail’e “Kudüs’ün statüsünü değiştirebilecek her türlü oldubittiden sakındırıp” ikaz etti, “hukuksuz emr-i vakilerinin geçersizliğini” karar altına alan tasarının kabulünde önayak oldu. İsrail’in savaşta işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören 242 sayılı kararının kabulünde aktif çalıştı. 1969’da Mescid-i Aksa’nın kundaklanması üzerine, İslâm Zirve Konferası’na katılan Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in çabalarıyla Türkiye İsrail’i sert bir şekilde kınayan grubun başında yer aldı. 1973’teki Arap- İsrail savaşında, Adalet Partisi’nin on iki bakanla yer aldığı Talû hükûmeti, ABD’nin Türkiye üzerinden İsrail’e silâh götürme isteğini geri çevirdi. Bir NATO ülkesi olmasına rağmen, Sovyetler’in İsrail’e karşı Türk hava sahasını kullanarak Mısır ve Suriye ordularına askerî yardım ulaştırmasını sağladı, savaşın kaderini değiştirdi. Keza 1975’te Demirel’in başkanı olduğu Milliyetçi Cephe koalisyonu, BM’de “Siyonizmin ırkçılıkla eşdeğer olduğunu” belirten karar tasarısında baş rolü oynadı. Türkiye, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü, Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdığını açıkladı. 1978’deki Camp David barış anlaşmasının ardından İsrail’in itirazına rağmen FKÖ’nün Ankara’da temsilcilik açmasına izin verildi. 12 Eylül ihtilâlinden iki hafta önce, 28 Ağustos 1980’de İsrail, Kudüs’ü ilhak edip “başkent” ilân etmesine karşı, yine Demirel’in başında bulunduğu Adalet Partisi azınlık hükûmeti, Kudüs Başkonsolosluğunu kapattı. Tel Aviv’deki temsilciliğini ise ikinci kâtiplik seviyesine düşürdü. Bunun üzerine darbeye günler kala Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, MSP’nin desteklediği CHP’nin gensoru önergesiyle düşürüldü… Ancak son yedi yıllık AKP iktidarında Ankara, her defasında “kuru kınamalar”la gürledi ama bir türlü yağmadı, yağmıyor. DP-AP hükûmetlerinin duruşunu göstermedi, göstermiyor. Kamuoyuna karşı gerçekler perdeleniyor; “one minute” ve “özür” gösterisi paravanında İsrail’le her türlü ekonomik anlaşmalar, savunma sanayii ve silâh ihâleleri kotarılıyor… Kısacası, “kriz”in baş mimarının itiraflarıyla, Türkiye’nin son iki haftada İsrail’le ilerlettiği işbirlikleri yan yana konulduğunda, Ayalon’un “şaka” dediği söz konusu “kriz”in de bir taktik olduğu iddiası, daha da kuvvet kazanıyor… 30.01.2010 E-Posta: [email protected] |