Şükrü BULUT |
|
Hükümet AB’ye neden isteksiz? |
Dikkatinizi çekmemesi mümkün değil. Ülke olarak içinde bulunduğumuz şartlar, hakperest siyasetbilimciler, ekonomik konjonktür ve her gün bir yenisi ortaya çıkarılan “darbe senaryoları,” hepsi birden çıkışın yalnızca AB sürecinde olduğunu ilân ettikleri halde, hükümetteki isteksizlik, savsaklama duygusu ve zevahiri kurtarma tavrı, mutlaka dikkatinizi çekiyordur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bizi “demir perde” pençesinden kurtaran “hür dünya” ile ittifakımızdan daha hayatî bir öneme haiz olan AB sürecinde, AKP’nin mütemadiyen topu taca atması, AB yetkililerinin de dikkatlerini çekmeye başladı. Son zamanlarda ağzını açan her yetkili, bu öneme vurgu yapıyor. Meselâ Finlandiyalı temsilci, Türkiye’nin AB’ye girişinin asrımızın ve geçen asrın en önemli üç meselesinden birisi olduğunu ifade etti. AKP’nin AB’ye karşı sergilediği gizli pasif direnişin sebeplerini dışarıdan bakanlar, bu tavrı anlayamıyorlar. Bu hükümetin hazırlık aşaması, 28 Şubat ilişkileri ve 12 Eylül’den icazet almış olması gibi dahilî hadiselerin zaviyelerinden geçen sekiz-on seneyi inceleyenler bazı ipuçlarını yakalasalar da, yeni yüzyılın en dehşetli senaryosunu hazırlayan neocon ve neoliberal cereyanlarının başta Amerika olmak üzere birçok Batı merkezlerindeki modern ihtilâllerinin mahiyeti bilinmedikçe AB sürecindeki şu isteksizliğin asıl sebebi anlaşılamaz.
AKP KİMLERLE BİRLİKTE ÇALIŞIYOR? AKP hükümeti Ankara’da kurulurken, Washington’daki hâkim gücün neocon ve neoliberallerde olduğunu göz ucuyla arşivlere bakanlar göreceklerdir. 1970’li yılların neocon siyasetçisi Henry Kissinger’den görevi devralan Paul Wolfowitz gibi şaibeli bir çizgiye sahip olanların, Amerika’nın dış siyasetinde maalesef hâlâ tesirli olduğunu biliyoruz. Demokrasi, muhafazakârlık, dünya barışı ve genel ahlâkla alâkası olmayan bu Troçkici cereyan ile ciddi işbirliğine giren hükümetin Avrupa’daki muhatapları da aynı cereyana mensupturlar. Bize AB yerine Akdeniz birliğini teklif eden Sarkozy, yine başka ortaklıklar ayarlamaya çalışan Merkel ve Başbakanın yar-ı hassı Berlusconi gibi mevcut Avrupa liderlerinin ellerinden gelse “birliği” dağıtabileceğini, dikkatlice takip edenler göreceklerdir. Troçkici cereyanın mahiyetini teşrih ettiğinizde, bu yoldaşların felsefeleri gereğince bir medeniyet, demokrasi ve barış projesi olan AB’ye karşı olmaları kaçınılmazdır. Fakat ne Avrupa ve Amerika’da ve ne de Türkiye’de açıktan açığa AB karşıtlığının imkânı kalmadığından, neocon ve neoliberaller dolaylı veya nifak yoluyla AB’yi dağıtmaya çalışıyorlar. İşte böyle bir kadro ile beraber çalışan AKP’nin AB yolunda mücadele etmesi ve reformlar yapması elbette ki çok zordur.
ENGELLEYİCİ İÇ DİNAMİKLER Dış siyaseti kurulduğu günden itibaren ipotek altında olan AKP’nin içerdeki engelleri daha acımasız. Neocon ve Neoliberal grupları komünizm ve Bolşevizmin devamı olarak kabul etmeyenler; Avrupa ve Asya’daki kıtal, yağma ve değerleri tahrip hareketinin dayanaklarını, 68 kuşağının çıkardığı küresel anarşiyi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’daki müfredatın “dinsizlik ve sefahat” lehine değiştirilmesini, ikinci Frankfurt Okulunun hedeflerini ve son zamanlarda ateş gibi İslâm cemiyetini saran çürüme ve ahlâksızlığın nereden geldiklerini öğrenemeyeceklerdir. Engelleyici iç faktörün genel olarak “Kemalizm” olduğunu hepimiz biliyoruz. Bizdeki bazı generallerin Londra ve Washington’daki neoconlarla nasıl çalıştıklarını Yasemin Çongar deşifre etmişti. Ve şu son “Kozmik Odalar” hadisesi de İsrail, Londra ve Washington üçgeniyle çok sıkıca çalışan bir askerî ekibi ortaya koyuyor. Geleneksel Kemalizme vururken ülkede “sivil Kemalizmin” mahiyet ve misyonunu inşa eden bu “Yeni Kemalizm”in AB’de kaybolma korkusunu daha önce de anlatmıştık. Apoletli Kemalistlerle sivil Kemalistler arasındaki “kayıkçı kavgasına” takılanlar, korkarız ki cüzdanı da, vicdanı da kaybederler. Sivil Kemalizmin AB karşıtlığı daha yumuşak görünse de, neoliberallerin rüşvetleriyle ihsan ettiği inançsızlık, ahlâksızlık ve otoritesizliğin maalesef nefislere hoş görünmesiyle daha dehşetli olduğunu, düşünebilen vicdanlı idrak sahipleri hemen anlarlar. Kemalizmi bir yönüyle “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını verip rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka medeniyet ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek hakimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar” sözleriyle tarif eden Bediüzzaman’ın şu tanımı çerçevesinden hükümetin geride bıraktığı sekiz seneyi değerlendirmek lâzım. İçerde Kemalistlerle, dışarıda ise neoliberal ve yeni muhafazakârlarla işbirliği yapan bir hükümet, mevcudiyetini bu iki cereyana borçlu olduğuna göre, neden durup dururken varlığını ortadan kaldırmayı gerektirecek AB’ye taraf olsun ki… 1945’lerde Türkiye’yi komünizm ve Kemalizm mengenesinden bir nebze kurtaran o günün global şeffaf ittifaklarından daha çok önem kazanmış AB’ye şu siyasî iktidar ile yürümek mümkün değil. Hükümetin gerçek ajandasında bir “AB süreci endişesi” olduğuna da inanmıyoruz. Zevahiri kurtarmak üzere yapılan çalışmaların üzerindeki gayri ciddî örtüyü çok yakında AB ilgilileri kaldıracaklardır, 05.02.2010 E-Posta: [email protected] |