Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Tutuklanmak |
Balyoz darbe planında yer aldığı belirtilen, bizim de dahil edildiğimiz “tutuklanacak gazeteciler” listesi çok konuşuldu. Bu konunun, tutuklanma ve hapis uygulamalarına hiç de yabancı olmayan bir camia açısından özel bir anlamı var. Çünkü Yeni Asya mensupları, öteden beri bu çeşit baskı ve tazyiklere muhatap olmuş bir geleneği temsil ediyorlar. Hafta sonunda Tire’de yapılan “Said Nursî ve demokratik açılım” panelinde de ifade ettik: “Bizim adımız ‘tutuklanacaklar’ listesinde geçmekle kaldı. Ama geçmiş dönemlerde sırf Risale-i Nur okudukları için basılıp gözaltına alınan; tevkif edilip günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca hapislerde tutulan çok sayıda değerli insan var. Ve bunların önemli bir kısmı hâlâ aramızda...” Gerçekten de, Bediüzzaman ve saff-ı evvel talebeleri başta olmak üzere, Nur hizmetine hayatını vakfetmiş kahraman ve fedakâr insanlara tek parti devrinde yapılan zulümler unutulabilir mi? O insanlar sırf Üstadın yardımına koştukları, eserlerini okuyup elle yazarak çoğalttıkları için Eskişehir, Denizli, Afyon zindanlarında tutulup, ağır baskı ve işkencelere maruz bırakılmadı mı? Maznunlar, Afyon Mahkemesince verilip Yargıtay’ın bozduğu mahkûmiyet kararındaki hapis süresini, dâvâ sudan gerekçelerle sürüncemede bırakılıp uzatılmak suretiyle, demir parmaklıklar ardında tamamlamak zorunda bırakılmadı mı? Üstad, süngülü jandarmalar nezaretinde elleri kelepçeli olarak cezaevinden mahkemeye götürülen talebeleri için “Zîşuur ve haddü hesaba gelmeyen ehl-i hakikatin ve ashab-ı vicdanın ve iman-ı tahkikî sahiplerinin nazarlarında, hak ve hakikat ve Kur’ân ve iman yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kafilesi suretinde görünüyorlar” ifadesini kullanıyor (Şuâlar, s. 509). Eskişehir operasyonu kapsamında Isparta’da sorgulanırken “Doğruyu söylesem Üstadım zarar görecek, söylemesem bunca sene şerefle taşıdığım askerlik mesleğime gölge düşecek” ikileminin ağır psikolojik baskısı içinde “Yâ Rab, canımı al” niyazında bulunan ve sorgu bitmeden ruhunu teslim eden Binbaşı Asım Bey, Denizli Hapsinde şehadet şerbetini içen Hafız Ali ve mahkemenin iade kararı sonrası kitaplarını geri almak için gittiği karakolda dayak ve işkenceyle hunharca katledilen Nazilli şehidi Mehmet Oğuz, bu kafilenin “şehit” rütbesiyle terhis belgesini alıp berzaha göçen bahtiyar mensuplarından birkaçı. Üstadın vefatından sonra gerçekleşen ihtilâlleri takip eden dönemlerde de Nur Talebeleri aynı şekilde yoğun baskılara hedef oldular. Evlerdeki Risale-i Nur sohbetleri basıldı, birlikte kitap okuyan insanlar gözaltına alınıp günlerce karakol ve kışlaların nezarethanelerinde ve tevkif edilip aylarca hapishanelerin koğuşlarında tutuldular. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde binlerce insan bu muamelelere maruz bırakıldı. Gerek sivil, gerekse askerî sıkıyönetim mahkemelerinde, sayısı 2000’i aşan dâvâlar açıldı. Bunların—bazı istisnalar dışında—büyük bir kısmı beraatle neticelendi. Ancak bu kararlar verilinceye kadar yaşanan tutukluluk süreleri, hem ciddî mağduriyetlere yol açtı, hem de sebebiyet verenlerin yanına “kâr” kaldı. Fakat mazlûmlar bunun üzerinde bile durmayıp, hapiste dahi hizmetlerine devam ederken, zalimler ise daha bu dünyada iken ilâhî adaletin her biri müthiş ibret dersleriyle yüklü tokatlarını yemeye başladılar. Tire programı vesilesiyle bir kez daha buluşup kucaklaşma imkânı bulduğumuz isimsiz kahramanlardan, 60, 65 ve 82’de üç defa medrese-i Yusufiyede “ağırlanan” Rasin Tekeli ile, 82’de onunla birlikte ve öncesinde farklı tarihlerde benzer “macera”ları yaşayan Celâl ve Abdünnur Keseli, Ali Düzdemir gibi, aynı zamanda 40 yıllık Yeni Asya okuru vasfını taşıyan fedakârlarla sohbetlerimizde bu hakikatli hatıraları yad ettik. Zorlu kışların fırtınalarına göğüs gerip ağır bedeller ödeyerek cennetâsâ baharlara zemin hazırlayan kahramanlar kafilesine selâm olsun... 07.02.2010 E-Posta: [email protected] |