Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Derin tuzaklar |
Başbakanın EMASYA için “Gündemden çıkacak, ortadan kalkacak, İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay bunun için ortak çalışma yapıyor” sözünden beş gün sonra ve Genelkurmay Başkanının “Kanunda yetki var, EMASYA’ya gerek yok” mesajının yayınlandığı gün, protokolün yürürlükten kaldırıldığı açıklandı. Peki, şimdi ne olacak? EMASYA kalktı, ama dayanağını oluşturan İl İdaresi Kanunu 11/D maddesi hâlâ yürürlükte. Ve EMASYA sonrasında bu maddenin etkinleştirileceği ifade ediliyor. Oysa bu maddenin Refahyol hükümetince değiştirilen ve hâlâ o şekliyle devam etmekte olan halinde yine gayet sıkıntılı düzenlemeler mevcut. “Askerî kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askerî kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre TSK İç Hizmet Kanununda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir” gibi. Yine aynı fıkrada yer alan ve EMASYA protokolünü netice veren cümle de aynen duruyor. 4.9.96’da Resmî Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girdikten sonra iptali için CHP’lilerin yaptığı başvuru AYM tarafından küçük rötuşlarla reddedilen bu fıkra bu haliyle uygulamada kalmaya devam ettiği müddetçe işin içinden çıkılamaz. Ve EMASYA’yı kaldırıp bu maddeyi etkinleştirmek, sıkıntının artarak devamını netice verir. Dolayısıyla, 11/D’nin de mutlaka ıslahı şart. Hafta başında katıldığımız Kanal 24’teki “Günün manşeti” programında, gündemdeki konuları birlikte yorumlamaya çalıştığımız Star yazarı Ergun Babahan, EMASYA’nın kaldırılması bahsiyle ilgili daha farklı bir formülden söz etti. Konunun, “demokratik açılım” projesi kapsamında gündeme getirilen ilk madde olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı çerçevesinde hallinin düşünülüyor olabilebileceğini söyledi. Bu müsteşarlıkla ilgili ihtirazî kayıt ve endişelerimizi evvelce bu köşede defaatle dile getirmiş; “Yeni birimin, devlet işleyişinde askere evvelce nüfuz edemediği alanlara daha fazla müdahale imkânı vermesinden kaygı duyuluyor” demiştik. (13.1.10 tarihli “Açılıma tuhaf start” yazımız.) Bu müsteşarlıkla ilgili çalışmaların devam ettiği süreçte, “askerî unsurlarla Millî Eğitim, Sağlık ve Adalet Bakanlıkları arasındaki kopukluğu giderecek” mekanizmalardan söz edilmesi (Adem Yavuz Arslan, Bugün, 30.10.08), kaygıları güçlendiren işaretlerden biriydi ve bu iddia için de şu soruları yine burada şöyle kayda geçirmiştik: “Askerî unsurlarla bu bakanlıkların ne ilgisi var ki, ‘aradaki kopukluğu gidermek’ için böyle bir birime ihtiyaç olsun? Ve bunun, terörle mücadelenin koordinasyonu için kurulacağı söylenen bir yapıda gündeme gelmesinin anlamı ne? Bunun, terör bahanesiyle askerî vesayeti daha da koyulaştırmaktan başka bir izahı olabilir mi?” (5.11.08 tarihli “Terör ve vesayet” yazımız.) AB sürecinde gündeme getirilen uyum ve demokratikleşme paketlerine bile “demokrasiye suikast”tan başka birşeyle izah edilemeyecek korsan maddelerin sokuşturulabildiği bir ülkede her adımı dikkat ve teyakkuzla izlememiz gerekiyor. Nitekim Medenî Kanunu AB’ye uydurma adı altında yapılan değişikliklerin içine, vakıfları yeni baskı ve tuzaklara muhatap kılacak maddeler dahil edilmedi mi? Keza TCK da aynı mantıkla yenilenirken, tek parti ve ihtilâl devirlerinde bile görülmeyen birşey yapılıp, devrim kanunlarına aykırı hareketler cezaî yaptırıma bağlanmadı mı? Yasalara tuzak maddeler sokuşturma konusundaki mahareti tescilli olan derin bürokrasinin benzer marifetleri EMASYA’yı kaldırıp yerine daha sıkıntılı düzenlemeler getirmek suretiyle bir defa daha tekrarlamasına izin verilmemeli. Üniversitede başörtüsü serbestisi ve askere sivil yargı için yaptığı düzenlemeler AYM’den dönen hükümet, bürokratik şaşırtmacalarla benzer hataları gündemdeki konularda da devam ettirmemeli; aynı tuzaklara tekrar tekrar düşmemeli. Yoksa hem kendisi, hem de millet kaybeder. 06.02.2010 E-Posta: [email protected] |