Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın izini takip etmeyin. Şüphesiz ki o sizin için ap açık bir düşmandır.
Bakara Sûresi: 168 |
06.02.2010 |
Tesettür kadınlar için fıtrîdir Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktizâ ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından... Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” (Ahzâb Sûresi, 33:59) (ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor.Haşiye Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz. Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktizâ ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var. Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın. Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîü’t-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor. Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşrû zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor! Haşiye: Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: “Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimâiyesinde en kudsî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”
Lem’alar, 24. Lem’a
LÜGATÇE:
cibilliyet: Yaratılıştan olan, huy, tabiat, karakter. fıtrat: Yaratılış. fıtrî: Yaratılıştan, yaratılışla ilgili, yaratılışa ait. gayr-ı fıtrî: Yaratılıştan olmayan, yaratılışa aykırı olan. hamî: Himaye eden, koruyan, sahip çıkan. hilâf-ı fıtrat: Yaradılış maksadına zıt. mâden-i şefkat: Şefkat madeni, kaynağı. medeniyet-i sefihe: Gayrimeşru zevk ve eğlencelere sevkedici medeniyet. mesmuât: Duyulanlar, işitilenler. ref-i tesettür: Tesettürün kaldırılması. refika-i ebediye: Ebedî hayat arkadaşı. semlendirmek: Zehirlemek; kirletmek. tahavvüf: Korkuya düşme, korkma. tefahhuş: Fuhşa girme, ahlâksızlık. tefessüh: Bozulma, kokuşma. |
06.02.2010 |
Manevî temizlik: İstiğfar
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Lem’ada Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın yara bere içinde epey müddet kaldıktan sonra, yaralarından meydana gelen kurtların kalbine ve diline iliştiği zaman, Cenâb-ı Hak’ka niyazda bulunarak o vaziyetinden kurtulduğunu anlatırken; bizlere dönerek, “Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zahiri yara hastalıklarının mukabili, bizim batınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar (...) Bizim manevî yaralarımız (günahlar) pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor (...) Günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler—neuzü billah—mahall-i iman olan batın-ı kalbe ilişip imanı zedeler (...) Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, ta nur-i imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor” (Lem’alar, s. 21) ikazını yapıyor. Günümüzün yoğun günah atmosferine dikkatleri çekiyor. Bu günah sağanağını bertaraf etmenin bir yolunun ve çaresinin de istiğfar yani Cenâb-ı Hak’tan af dilemek, tevbe etmek ve pişmanlığımızı sunmak olduğunun altını çiziyor. Bir nevî manevî temizlik cihazı olan istiğfarı, her an devrede tutarak, her taraftan hücum eden günahlara karşı kullanıp; günahlarımızın birikmesine meydan vermeden, onları hemen imha etmemiz gerektiğini belirtiyor. Bu itibarla, istiğfar bizim hiçbir zaman vazgeçemeyeceğimiz bir temizlik ve tamir cihazımız olmalıdır. Çünkü, bu dünya misafirhanesinde uzun ve zorlu bir imtihan sürecinden geçmekteyiz. Bu imtihanın gereği olarak, insanı her an büyük tehlikelere atmakla vazifeli şeytan ve şeytanı her vakit dinleyen, ondan ders alan bir nefisle birlikte yaşıyoruz. Ve elimize de bir cüz’î irade verilmiş. Bu imtihanı başarıyla geçmek için, cüz’î irademizi lehimizde kullanmamız gerekiyor. Bunun için de, hata ve kusurlarımızı görüp, Rabbimize arz ederek, istiğfar etmemiz lâzımdır. Yoksa, şeytanın en mühim desiselerinden biri olan insana kusurunu itiraf ettirmemek, yani hep kendini beğenmek, başkasını beğenmemek olan benlik tuzağına düşmek tehlikesiyle karşılaşırız. Bu ise, istiğfar yolunu kapayıp, enaniyeti tahrik ederek, avukat gibi nefsini müdafaa ettirir ve insanı şeytanın maskarası durumuna düşürür. O zaman, şeytanların bu müthiş tahribatına karşı olarak en mühim silâhımız ve tamir cihazımız olan istiğfarı kullanmamız şarttır ve elzemdir. (Lem’alar, s. 214) Her meselede olduğu gibi, bu istiğfar meselesini de en güzel şekilde Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur yoluyla izah etmiştir. Yirmialtıncı Söz’de istiğfarın olmazsa olmazlığını şöylece beyan ediyor: “Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa cüz’i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duâyı ver ki, silsile-i hasenâtın (iyilikler zincirinin) bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin (lânetlenmiş ağacın) bir meyvesi olan zakkum-u cehenneme yetişmesin. Demek, duâ ve tevekkül meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelan-ı şerr-i keser, tecavüzatını kırar.” (Sözler, s. 761) “İşte bunun içindir ki, Cenâb-ı Hakk’ın Gafur, Rahîm (çok affeden ve çok acıyan) gibi iki ismi, tecellî-i azamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’ân-ı Hakim’de Peygamberlere en mühim ihsanı mağfiret (affedici) olduğunu gösteriyor ve onları istiğfar etmeye dâvet ediyor.” (Lem’alar, s. 215) Makbul bir duânın şartlarından biri de istiğfardır. Bir mü’min duâ edeceği vakit ilk yapacağı şey istiğfar ile mânen temizlenmektir. Resûl-i Ekrem Efendimize (asm) vahiy ile sunulan ve büyük bir duâ kitabı olan Cevşenü’l-Kebîr’in başlangıcı istiğfarla olması bu meseleye güzel bir örnektir. Zaten Cevşenü’l-Kebîr serapa istiğfarla donatılmıştır. Ayrıca Üstad Bediüzzaman’ın, Risâle-i Nur Külliyatı’nda bir çok bahisleri duâ ve istiğfarla bitirmesi de bu ehemmiyeti ortaya koymaktadır. İstiğfar duâda olduğu gibi, makbul ve kâmil bir imanın da gereklerindendir. Hazret-i Üstad Emirdağ Lâhikası’nda bir mektupta, bu hususta çok net ifadeler kullanıyor: “Allah’a iman etmek Kur’ân-ı Azimüşşan’ın ders verdiği gibi, O Hâlık’ı, sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet (pişmanlık) etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 187) İstiğfarın sağlıklı bir ibadetin de gereklerinden olduğunu Dokuzuncu Söz’de görmekteyiz. Şöyle ki: “İbadetin mânâsı şudur ki; dergâh-ı İlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i Rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani, Rububiyetin saltanatı nasılki ubudiyeti ve itaati ister; Rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki; abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberrâ; ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve mualla; ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarra olduğunu tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.” (Sözler, s. 71) İstiğfar, Risâle-i Nur ve Talebelerinin ‘şirket-i manevi’sine ortak ve hissedar olmanın da vazgeçilmezlerindendir. Hazret-i Üstad’ın bu husustaki bir ifadesi şöyledir: “Risâle-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mabeynlerindeki düstur-u esâsiye olan ‘iştirak-i amal-i uhreviye’ kanunuyla ve samimî ve halis tesanüd sırrıyla her bir hâlis, hakikî şakirt, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.” (Kastamonu Lâhikası, s. 63) Onüçüncü Şuâ’da bir mektubda ise, nur hizmetinin riyasız ve tam ihlâslı olması ve Risâle-i Nur’un fütuhatı, intişarı, yayılması ve tamamlanması hakkında bahsederken: “‘Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla’ (Tahrim Sûresi: 8) âyetini şimdi okudum. ‘Bizi bağışla’ cümlesi tam tamına bin üç yüz altmış iki eder; bu senenin aynı tarihine tevafuk eder ve bizi çok istiğfara dâvet ve emreder ki, nurunuz tamam olsun ve Risâle-i Nur noksan kalmasın.” (Şuâlar, s. 483) Bütün bu ifadelerin ışığında ve neticesinde alınacak çok mesajlar ve mânâlar vardır. Ana mesaj ve mânâ olarak şunlar anlaşılmalıdır: Her iki dünya hayatımızı ve ebedî saadetimizi temin etmek için, bizlere verilen ve birer hediye-i Rahmaniye olan maddî ve manevî cihazlarımızı hakikî malikimiz olan Cenâb-ı Hak’kın rızası dairesinde kullanmalıyız. Günah ve kusur işlediğimiz zaman ise derhal istiğfarla temizlenmeliyiz. Manevî kir ve pislik olan “kötü hasletler, batıl itikatlar, günahlar ve bid’aların“ (Lem’alar, s. 874) yoğunlaştığı ve âdiyâttan sayıldığı günümüzde, ’mânevî ölümcül hastalığa’ yakalanmamak için istiğfar cihazını kullanarak temizliğimizi aksatmamalıyız. Bu sayede, dinimizin temizlik emrini de yerine getirmiş oluruz. Çünkü, Efendimiz (asm) “Temizlik imandandır” hadisiyle maddî temizlikle beraber mânevî temizliği yani istiğfarı imanın nurundan saymış. Ve Kur’ân-ı Hakim’in ”Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri ve temiz olanları sever” (Bakara: 222) âyeti ise, tahareti yani temizliği muhabbet-i İlâhiyenin (Allah Sevgisinin) bir medarı (sebebi) göstermiş. (Lem’alar, s. 874) Öyle ise hem imanımızın inkişafı için, hem ibadetlerimizin sağlığı için, hem hizmetlerimizin makbuliyeti için, hem şevk ve moralimizin devamı için her hâl-ü kârda istiğfarı esas almalıyız. Küçük bir tavsiye olarak da; Altıncı Söz’ün sonundaki istiğfar muhtevalı veciz duâyı duâlarımıza dahil etmeliyiz: “Ya Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin.” (Sözler, s. 52)
AHMET DEMİRDÖĞMEZ |
06.02.2010 |