S. Bahattin YAŞAR |
|
Gençlerin ölüm gündemi |
Dersten çıktım. Yol boyu üniversiteli gençler otobüs durağına doğru ilerliyorlar. Ben de araçla çarşıya doğru gidiyorum. Durup, çarşıya giden gençlerden beşini alıyorum. Gençlerle araç içerisinde konuşuyoruz. Tabiî onların birbirleriyle olan sataşmalı konuşmaları daha bir farklı. Biz o bölüme giremiyoruz. Ama kendimizce biz de konuya takılıyoruz. Tam seyir halindeyken, hafif yollu bir tehlike de atlatıyoruz. Acı fren, aracın içindekileri şöyle bir sarstı. Bir anda araç içi gündem değişiverdi. Öğrencilerden biri diğerine; ‘Oğlum bak! Bir anda gidiverecektik öbür dünyaya. Hani az önce konuşurken, daha göreceğimiz çok günler var deyip duruyordun ya. Unutma! Her gün ölünecek bir gündür. Yarın, yanıltıcıdır.” O da cevap veriyor: “Oğlum, konuşma, zaten ciddî şekilde sarsıldım.” Derken herkes sırayla konuşuyor. Bu arada çarşıya da yaklaştık. Tabiî ben de ara ara lâfa katılıyorum. Ama inanın dinlemek daha güzel. Onların içinde yanlışlar da var, doğrular da. En güzeli onları dinlemek ve bir büyük olarak sana bir lâf düştüğünde katılmak çok daha etkileyici oluyor. Baktım, gençlerden birisi; “Arkadaşlar! Haberiniz var mı, Hazret-i Ömer bir köle tutmuş da her gün kendisine ölümü hatırlatmasını istemiş. Ne zaman saçlarına ak saçlar düşmüş, o zaman köleyi azat etmiş. O zaman biz de birbirimize vesile buldukça ölümü hatırlatalım” dedi. Dini konuların henüz konuşulmasını erken bulan bir genç ise, “Arkadaşlar benim elimi ayağımı dünyadan kopardınız. Böyle bir ruh hali ile ben hiçbir şey yapamam. Hep ölüm düşünülerek hiçbir şey yapılamaz ki!” dedi. Bir diğeri de, “Oğlum her an istesek de ölümü konuşamayız. Bu konuda da ölçülü olmak gerekiyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışma tavsiye ediliyor.” Konuşulanlar oldukça ciddî konular. Arada bir de bana, ‘Hocam öyle değil mi?’ kabilinden, tasdik isteyen cümleler geliyor. Ben de konuşmak için nazlanıyorum. O zaman bana daha ciddî dönüyorlar. Söz yerini buluyor. Onlara tam da içinde oldukları araçtan bir örnek verdim. ‘Arkadaşlar!’ dedim. ‘Şu an bu arabanın bagajında ne var biliyor musunuz?’ deyince, birden hepsinin gözleri açıldı. Ve bir hayret hali içerisinde, ‘Ne var hocam?’ dediler. Ben de başladım anlatmaya; ‘İki ay önce vefat etmiş, 23 yaşında bir gencin, bir kısmı az kullanılmış, bir kısmı da hiç kullanılmamış; kaliteli ayakkabıları, pantolonları, gömlekleri bulunuyor. Annesi, biricik evlâdının, oğlunun giysilerini son kez ütülemiş ve bagajdaki çantaya koymuş. Biraz sonra bizi karşılayacak olan beyefendi bu eşyaları teslim alacak. O da fakir gençlere dağıtacak. Kim bilir o genç de bu marka giysileri ne düşüncelerle, ne günler için almıştı. Ama olmadı. Hayat böyle işte…’ Araç bir anda sarsıcı bir hatıranın yaşandığı arenaya dönüştü. Bu cümleler kurulduğunda, eşyaları teslim edeceğimiz yere varmıştık. Aracın içindeki gençler adeta dünyevî bütün ağırlıklarını bırakıvermişlerdi. Hepsi hafiflemiş, adeta melekleşmişlerdi. Hep beraber indik ve aracın bagajındaki 23 yaşındaki gencin eşyalarını ilgiliye birlikte teslim ettik. Gençlerin gözleri dolmuştu. Hepsinin gözleri, 23 yaşında hayata veda etmiş gencin, birilerine verilmek üzere toparlanmış poşet içindeki eşyalara dalıp gitmişti. Araca bindiğimizdeki düşünceler ile araçtan inerkenki düşünceler tamamen farklı idi. Ölümün, özellikle gençlik yılları için çok önemli bir nasihatçı olduğunu burada bir kez daha yaşamıştık. ‘Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça zikrediniz’ dersini bir kez daha idrak ediyorduk. Üç gündür, aracın bagajında, ilgilisine ulaşılamadığı için, bu eşyaların neden bekletildiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Hiçbir şeyde alâladelik yok. Her şeyde bir/bin hikmetler olduğu gibi, olan şeylerin, her ayrı vakitlerinde de binbir hikmetler bulunuyor. Zaman da kaderin bir parçasıdır. Yani olan şeylerin, olduğu zamanlarda da hikmetler gizli. Bu üniversiteli gençlerin, bu dersi, bu zamanda almaları Kudret tarafından takdir edilmiş. Anlaşılan, hayatın her halinde ayrı ayrı anlamlı dersler yüklü. 07.02.2010 E-Posta: [email protected] |