M. Latif SALİHOĞLU |
|
Ortaylı, şaşırttı mı ki? |
Geniş tarih mâlumatına sahip olan Topkapı Sarayı Müdürü İlber Ortaylı'nın son açıklamaları, pekçok kimseyi şaşırtmışa benziyor. Hatta bazıları şoke olmuş gibi görünüyor. Sebebi şu: Geçtiğimiz hafta sonu MHP'nin Siyaset ve Liderlik Okulu'nda konuşan Prof. Ortaylı, şu meâlde sözler sarf etmiş: "Biz asker milletiz. Bizim ölmeyen sanatımız, vasfımız askerliktir. Sivil siyaset olmazsa darbe normaldir. Şimdilerde asker düşmanlığı pompalanıyor. Sivil siyaset kendini geliştiremezse darbe kaçınılmazdır." Daha başka şeyler de söylemiş Ortaylı; ama, şaşırtan açıklamaları kısaca böyle... Ne yalan söyleyeyim; çoklarını şoke eden bu sözlere şahsen hiç, ama hiç şaşırmadım. Zira, Ortaylı da dahil olmak üzere, Türkiye'de tanınmış tarihçilerin çoğunun zaten demokrat olmadığını yıllardan beri biliyorum. Demokrat değiller; ama, pekâlâ militarist, mutlakıyetçi, ya da Türkçü olabiliyorlar. Meselâ, 12 Eylül Darbesinin meddahlığını yapanların ön safında—kitaplarından çokça istifade ettiğim—tarihçi Yılmaz Öztuna ile İlhan Bardakçı'nın geldiğini gayet iyi hatırlıyorum. Yine, bazı kitaplarını kütüphanemin demirbaşları listesine dahil ettiğim tarihçi İ. Hami Dânişmend, Zeki Velidî Togan ile Fuat Köprülü'nün kaskatı birer Türkçü olduklarından zerrece şüphem yok. Zeki Velidî, zaten bağıra çağıra Türkçü olduğunu ilân ediyor. Dânişmend, Osmanlı'nın gayr–ı Türk kimseleri Sadrâzam yapacak kadar bünyeye kabul edilmesini bir türlü kabullenemiyor. Osmanlı'nın bir meziyeti olan bu uygulamayı her fırsatta tenkit ediyor. Köprülüzâdeler'den olan Fuat Köprülü ise, DP'nin kurucularından olmasın rağmen, Başbakan olamayacağını anlayınca, Dışişleri Bakanlığını da, kurucusu olduğu DP'yi de terk ederek (1955) gitti. Gitmekle kalmadı, eski arkdaşlarına cephe aldı. Cephe almakla da kalmadı, 1960 Darbesinden sonra, eski partisinin ve Yassıada cehenneminde işkence çeken Demokratların aleyhinde veryansın etmeye, hatta gazetelerde karalayıcı beyanatlarda bulunmaya başladı. Dolayısıyla, Namık Kemal gibi, Mizancı Murad gibi, Prof. Osman Turan gibi hürriyet ve meşrûtiyeti (demokrasiyi) aklen, fikren, ilmen müdafaa ederken, aynı zamanda militarizmin karşısında merdâne durabilicek tarihçi ve edebiyatçılarımız çok nâdirdir. Sayıları, ancak bir elin parmakları kadardır. Bu arada, ordularını minimize eden Avrupa ülkelerini tenkit eden Sayın Ortaylı'ya da burada birkaç noktayı hatırlatarak noktalamak isterim. 1) Kalabalık Kızıl Ordunun olağanüstü harcamaları, Sovyet Rusyası'nın ekonomisini çökertme noktasına getirmişti. Rusya, bu sevdâdan vazgeçerek ekonomisini düzlüğe çıkarma mücadelesi verdi. Şimdi, krizlerin pençesinde kıvranan ABD'nin de gelecek için benzer tedbirleri almayı düşündüğü belirtiliyor. 2) İngiltere hariç, Avrupa'nın hemen bütün devletleri ordularını ya lağvetti, ya da minimum seviyeye indirerek profesyonelliğe geçiş yaptı. Sizin tenkit ettiğiniz İsviçre ile Belçika'nın genel güvenlik harcaması, bütçenin ancak yüzde 3'ü kadardır. Türkiye'de ise, yapılan genel harcamalar hesaba katıldığında, bu oran katlanarak yukarılara çıkıyor. 3) Kalabalık orduları besleme yöntemini terk eden Avrupa'daki gelişmiş ülkelerin çoğunda, işleyen fabrikların birer "B planı" vardır. Bir savaş halinin çıkması anında, meselâ otomobil üreten bir fabrika derhal silâh üretimine geçiyor. Meselâ, lüks otomobil üreten aynı fabrika, B planı devreye girdiği anda tank, tüfek, gülle ve mermi üretmeye başlıyor. Aynı planın gereği olarak, o işletmenin müdürü komutan, işçileri de asker statüsünde yeni görevlerinin başına geçiyor. Savaş çıkmazsa, böyle bir planın uygulanmasına da ihtiyaç olmaz ve 65 yıldan bu yana da hiç olmamış zaten. 4) Gelişmiş ülkelerde, orduyu istihdam ve savaş tatbikatları, tamamen profesyonelce bir yöntemle yapılıyor. Allah etmesin, bundan sonra savaş çıksa bile, bu eskisi gibi "cephe savaşları" tarzında olmayacak. Sırpları Bosna ve Kosova'ya saldırmaktan vazgeçirip geri adım attıran NATO kuvvetlerinin, cepheye bir tek asker dahi göndermeden, teknolojik donanımlı bir merkezden Sırp karargâhına nokta atışı yapan füze fırlatma yöntemini muhakkak ki dikkate almak durumundayız.
Belgelerin istiklâli
Dünkü Akşam gazetesinin manşet haberine göre, yakın tarihe ışık tutacak milyonlarca belge halkın ve araştırmacıların istifadesine açılıyor. Meclis Başkanı M. Ali Şahin'in açıklamasına dayandırılan bilgilere göre, tâ 1876'daki Osmanlı Ayan Meclis'in kararlarından başlayarak, 12 Eylül Darbesinin yapıldığı 1980'li yıllara ait resmî kararlara varıncaya kadar, içinde milyonlarca belge bulunan arşiv bilgilerine ulaşmak hem mümkün, hem de kolay hale getirilecek. Meclis Başkanı'nın izniyle, mevcudu 12 milyon adeti bulunan—ve bir kısmı gizlilik damgası taşıyan—bu belgelerin çoğu, aynı zamanda resmî internet sitesine de yüklenecek; isteyen herkes burada yer alacak bilgi ve belgelere rahatlıkla ulaşabilecek. Haberin buraya kadar olan kısmını görünce, inanın hayli sevindik ve heyecan duyduk. Ancak, haberin devamını okuyunca, bu sevinç ve heyecanımız yarım kaldı. Zira, haberin devamında "İstiklâl Mahkemesinin kararları istisna" ibaresi yer alıyor. Yani, umuma açılacak yüz yıllık resmî dokümanların içinde, 1920–27 yıllarını kapsayan İstiklâl Mahkemelerinin faaliyet ve kararları istisna tutuluyor. O zaman, ne anladım ben bu işten... Zaten, yakın tarihin en önemli merhalesi ve en çok merak edilen belgeleri, sözü edilen bu ucûbe mahkemelerin keyfî işleyiş ve zalimane kararlarıyla bağlantılıdır. Şüphesiz, halka arz edilecek diğer belgeler de istifadeye medar olacaktır. Ancak, ne hikmetse Cumhuriyetin ilk yıllarına ait bilgi ve belgelerin açıklanmasından şiddetle kaçınılıyor. Nitekim, aynı yıllara dair Latife Hanımın notları ve mektupları da gizlendi ve TTK'daki ulaşılmaz duvarların arkasına hapsedildi... Şimdi de "arşiv açılımı"na rağmen "İstiklâl Mahkemesinin kararları istisna" deniliyor. Demek ki, yakın tarihe ait belgeler, istiklâline, hürriyetine henüz tam olarak kavuşabilmiş değil. Ne yapalım... "Buna da şükür" diyelim ve günün birinde bütün arşiv bilgilerinin gizlisi–saklısı kalmayacak şekilde umumun istifadesine sunulması dileğinde bulunalım.
Yoruma açık yazılar
Bazı okuyucularımız, çeşitli konulara dair yazılarımız hakkında yorum yapmak istediklerini, ancak bunu realize etme veya pratiğe dökme noktasında zorluk çektiklerini belirtiyorlar. Oysa, şimdi bu işin kolay bir yolu var. Kardeş web sitesi "http://sentezhaber.com" adresine girdiğiniz takdirde, hem eski–yeni yazılara ulaşmanız, hem de ilgili yazının alt kısmında yorumlarınızı yayınlatmanız mümkün. Takdir edersiniz ki, küfür, hakaret ve yıkıcı tenkitler içeren yorumlara yer verilmez. Bu vesileyle, şunu da hatırlatmış olalım: Güncel haberlere de yer verilen sürekli güncellenen "sentezhaber.com"u bilgisayarınızın "açılış sayfası" haline getirebilir, ya da "sık kullananlar"a ekleyebilirsiniz.
11.02.2010 E-Posta: [email protected] |