Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Hükümet ve gizli anayasa |
EMASYA protokolü, asker-hükümet mutabakatıyla kaldırıldı. Protokolün yasal dayanağını oluşturan İl İdaresi Kanununun benzer içerikteki 11/D maddesi ise yine asker-hükümet mutabakatıyla devam ediyor. Başbakanın “Bu yıl yeniden ele alacağız” deyip iç tehdit değerlendirmelerinden arındırma sinyali verdiği Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde ise Genelkurmay Başkanı fikir beyanından kaçındı. Demek ki, EMASYA’daki uzlaşma orada yok. TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddede ise bizzat Erdoğan da net bir mesaj vermedi. “Uzlaşma olursa bu dönem değiştiririz” dedi, ama daha sonraya kalabileceğini de söyledi. Ve Başbuğ da aynı konudaki sorulara cevap vermek istemedi. Yani, MGSB ile 35. maddede, kamuoyunun beklediği tasarrufların yapılması zor görünüyor. Gizli anayasa olarak da anılan MGSB için “Davul hükümetin sırtında, tokmak askerin elinde” değerlendirmesi yapmıştık. Bilâhare bu yorumu doğrulayıp destekleyen bir bilgi, uzun yıllar tatbikatın içinde yer alan bir isimden geldi. 12 Eylül sonrası Özal hükümetinde Millî Eğitim Bakanı olarak görev yapan Vehbi Dinçerler, bakanlık koltuğuna oturduktan kısa süre sonra MGK Genel Sekreterliğinden telefonla arandığını, “Böyle bir belge var, bir albay getirecek, okuyacaksınız, geri alacak” denildiğini anlatıyor. Kitapçık hacmindeki bu dokümanı bir seferde okuyup kavramak mümkün olmadığından, albayı gönderip belgeyi birkaç gün elinde tutarak birkaç kez okuduktan sonra iade ettiğini söyleyen Dinçerler’in diğer anlattıkları da enteresan: Belgenin hazırlanış süreciyle ilgili olarak, “Hazır metni getiriyor, imzalatıyor, ’Değişiklik varsa önerin’ diyorlar” bilgisini veren eski Bakan, uygulama safahatı hakkında da şunları ifade ediyor: “Metin hükümetten saklanıyor, ihtilâf çıkınca da ‘Siz talimat verdiniz, şimdi karşı çıkıyorsunuz’ deniliyor. Hükümet adına uygulama yapılıyor, ama hükümetin haberi yok...” (Zaman, 4.2.10) Bundan âlâ davul-tokmak örneği olur mu? İşte Türkiye senelerce bu sistemle yönetildi. Kâğıt üzerinde “Başbakana bağlı” olan MGK Genel Sekreterliğinin koordinatörlüğünde, bütün devlet kurumları, bakanlıklar, üniversiteler, okullar... “Başbakan adına” gönderilen, en az albay rütbesindeki subaylar tarafından denetlendi. Kurum yöneticileri sorgulandı, hesaba çekildi. Yapılan herşey “Başbakan adına” yapıldığı halde, en küçük bir bilgi dahi verilmeyen Başbakanın haberi bile olmadı. İşleyiş böyle sürüp gitti. Özellikle 28 Şubat sürecinde bürokraside görev yapanlar, bu uygulamaları bizzat yaşadılar. Başbakanın ünvanı kullanılarak, devlet en ince detaylarına kadar askerî inisiyatifle idare edildi. AB reformları çerçevesinde MGK Genel Sekreterliğinin sivilleştirilmesi bu durumu bir ölçüde değiştirdiyse de, Genel Sekreterin görev ve yetkilerini düzenlemek üzere 12 Eylül döneminde çıkarılan kanun hâlâ ıslâh edilmeyi bekliyor. Güvenlik üzerinden devletin tümünü kuşatan strateji ve politikaların belirlendiği Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde de aynı yöntem izleniyor. Belge hükümete mal ediliyor, ama hükümet devredışı. Son olarak 2005’te olduğu üzere, sivil iradenin metinde yaptığı rötuşlar da işin esasını değiştirmeye yetmiyor. Bu, iç tehdit unsurlarının yine en başına konulan “irticanın devam ettiği” ibaresinin yanına “Bununla mücadele ederken toplumun dinî duygularını incitmemeye özen gösterilmeli” ifadesi eklendiği halde, uygulamada kayda değer bir değişiklik olmamasıyla sabit. Ki, buna benzer bir kayıt, 28 Şubat dönemi MGK bildirilerinden birine konulan “İrtica ile mücadele mütedeyyin insanlar rencide edilmeden yürütülmeli” ifadesiyle de dile getirilmişti. Ve Demirel bir görüşmemizde bu ifadeyi metne bizzat kendisinin koydurduğunu söylemişti. Ama uygulamada fazla birşey değişmedi. Onun için, MGSB başta olmak üzere, bu konuların daha esaslı çözümlere bağlanması lâzım. 11.02.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (10.02.2010) - EMASYA ve katsayı (05.02.2010) - Davul ve tokmak (04.02.2010) - Cevaplara sorular (03.02.2010) - EMASYA ve ötesi |