Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
EMASYA ve katsayı |
YÖK’ün geçen yaz aldığı “ÖSS’de katsayıyı kaldırma” kararının mağdurlar cenahında coşkuyla karşılandığı ve “Oh, katsayı zulmü nihayet bitti” yorumlarının yapıldığı bir ortamda yayınlanan “Katsayı zulmü bitti mi?” başlıklı yazımızı şu paragrafla bitirmiştik: “Türkiye’nin adeta yargı kararlarıyla yönetilir hale geldiği ve yetkilerini yürürlükteki ihtilâl anayasasından alan yargı organlarının, AKP iktidarını bahane ederek sistemdeki vesayetlerini daha da güçlendirdikleri bir ortamda yalnızca YÖK’ün karar almış olması sorunun kesin olarak bittiği anlamına gelmiyor.” (Yeni Asya, 24.7.09) Aradan dört ay geçti. Ve Danıştay, Kurban Bayramından hemen önce açıkladığı kararla, YÖK’ün katsayı kararı için yürütmeyi durdurdu. Bu karar için de köşemizde şu notu düştük: “Bugün ortaya çıkan durum, dört ay önceki o yazıda dile getirdiğimiz endişeleri maalesef doğruluyor. Ve, ‘ustaca’ bir zamanlama ile, tam da bayram öncesi açıklanan karar, yargı vesayetinin daha da derinleşip koyulaştığı bir ülkede, köklü bir anayasa ve sistem reformu yapılmadığı müddetçe mağduriyetlere son verilemeyeceği ve kronik sorunların çözülemeyeceği gerçeğini bir defa daha teyid ediyor...” (Yeni Asya, 27.11.09) Danıştay 8. Dairesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararına itiraz eden YÖK, Danıştay Dâvâ Daireleri Genel Kurulundan da red cevabı aldı. Ardından, YÖK Başkanı “Gerekirse hukuku da arkadan dolanırız” gibi, hele şu ortamda asla söylenmemesi gereken bir sözü ağzından kaçırıp, sonra “Yanlış anlaşıldım, onu kast etmedim” gibi tevillerle vaziyeti kurtarmaya çalıştı ve aynı konuşmasında “dâhiyane bir formül” açıklayacaklarını söyledi. Ve “yeni katsayı” kararı geldi. Katsayı farkını kaldırmayan, ama azaltan bu karar mağdurları hem tatmin etmedi, hem de bunun dahi yine Danıştay marifetiyle iptali ihtimali ciddî tedirginlik kaynağı olmaya devam etti. Ve iki ay sonra bu endişeler de doğrulandı. Önceki “iptal ve yürütmeyi durdurma talepli” başvurusunu adeta davul zurnayla ilân edip istediği sonucu alan İstanbul Barosu, bu defa kamuoyu tepkisinden çekindiği için midir bilinmez, YÖK’ün son kararı için de aynı başvuruyu yaptı. Ve bu defa, iki ay içinde sonuç alındı. Bunda, Danıştay’ın, evvelki karar ve düzenlemelere göre hazırlanıp yürürlüğe konulan ve işlemeye devam eden sınav takvim, program ve süreçlerini daha fazla aksatıp zora sokmama “itina ve hassasiyet”inin önemli bir payı olsa gerek! Peki, aynı hassasiyet “eğitimi eğitimcilere bırakma” gereğinde niye es geçiliyor? Eğitimi de yargı kararlarıyla tanzim hevesinde niye bu kadar inat ve ısrar ediliyor? Çok ince ve hassas pedagojik, psikolojik ve bilimsel detayları bulunan eğitim sürecine yargı neden müdahale ediyor? Çünkü ihtilâl ürünü 82 Anayasası, koruma altında tuttuğu devrim yasalarından Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve 28 Şubat’ın eseri 8 yıllık kesintisiz temel eğitim düzenlemesi, onu hem buna zorluyor, hem de bu müdahale imkânını veriyor. İktidardaki sekizinci yılını da eskitmeye başlayan hükümet ve Meclis bunlara dokunamıyor. Ve sonuçta olan, önce büyük ümit ve beklentilere sokulup, sonra daha derin hayal kırıklıklarıyla karşı karşıya bırakılan mağdurlara oluyor. Danıştay’ın son kararı için YÖK’ten “Böyle olacağını biliyorduk” gibi pişkin mesajlar verilip, yine “C, D, E, F, G, Ğ... planlarımız hazır” nakaratının tekrarlanması ve oluşan durumun sadece “sınav takviminde aksama olup olmayacağı” açısından ele alınması, mağdurları iyice çileden çıkaran duyarsızlık örnekleri olarak kayda geçiyor. Son tahlilde ise, EMASYA protokolünün iptaliyle yaşanan ve yine “28 Şubat bitti” sözleriyle ifade edilen birkaç günlük “ferahlama,” Danıştay çıkışlı katsayı kararıyla yerini kasvete bırakıyor. EMASYA kalksa da devam eden İl İdaresi Kanunu 11/D ve perçinlenen katsayı haksızlığı, 28 Şubat’ın hâlâ sürdüğünü gözler önüne seriyor... 10.02.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (05.02.2010) - Davul ve tokmak (04.02.2010) - Cevaplara sorular (03.02.2010) - EMASYA ve ötesi (02.02.2010) - Reformlar yapılmayınca |