Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Dinin felâket kaynakları üçtür: (1) günah işleyen âlim, (2) zâlim idareci, (3) ibâdete gayretli câhil.
Câmiü's-Sağîr, No: 6 |
11.02.2010 |
Gelen neslin kapısında durmayınız Ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nûr’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler vesâireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin (Haşiye-1) mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misâfir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan “Henîen leküm” (Ne mutlu size!) sadâsını işiteceksiniz. “Hatta, misafirlerimizin gölgeleri bile mezartaşımızdan bu sadâyı işitecektir.” Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada mâziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakîkatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın (Haşiye-2) hakâikını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir. Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zîrâ asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mâzinin en derin derelerinde olanları câmie dâvet ediyorum. İşte, ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakîkat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin! Sual: Eskiler bizden âlâ veya bizim gibi. Gelenler bizden daha fenâ gelecekler. Cevap: Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültühâne olan asr-ı hâzır meclisine dâvet etsem; acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demeyecekler mi: “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhât! Bizi akim bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız.” Hem de sol tarafında duran ve şehristân-ı istikbâlden gelen evlâtlarınız, sağdaki ecdatlarınızı tasdik ederek demeyecekler mi ki: “Ey tembel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğrâ ve kübrâsı? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rapt eden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhât! Ne kadar hakikatsiz ve karıştırıcı ve müşağabeli bir kıyas oldunuz!” (Haşiye3) İşte, ey bedevî göçerler ve ey inkılâp softaları! (Haşiye4) Manzara-i hayal (Haşiye5) üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingte iki taraf da sizi protesto ettiler. HAŞİYELER: Haşiye-1: Medresetü’z-Zehrâ’nın Van’daki nümûnesi olan ve vefât eden Horhor Medresesinin mezar taşı hükmünde bulunan Van Kalesi demektir. Haşiye-2: İstikbalde telif edilecek Risâle-i Nur Külliyatını hiss-i kablelvuku ile haber veriyor. Haşiye3: Fenn-i mantıkın tâbiratı, o zaman ilm-i mantık dersini alan talebeleri o mecliste bulunmasından öyle söylemiş. Haşiye4: Sonradan ilâve edilmiştir. Haşiye5: Hayal dahi bir sinematoğraftır.
Münâzarât, s. 87-90
LÜGATÇE:
sâkitâne: Susarak, sessiz kalarak. nazar-ı hafî-i gaybî: Gaybı, görünmeyeni görecek şekilde gizli bakış. sadakte: Doğru söyledin. tasavvurât: Düşünceler, tasarlamalar. hiss-i kablelvuku: Bir hadiseyi, meydana gelmeden önce hissetmek. tevehhüm: Vehmetme, gerçekte olmadığı halde öyleymiş gibi düşünme. mesâil: Meseleler. sûreten: Görünüşte. mezar-ı müteharrik: Hareket eden mezar. bedbaht: Bahtsız, mutsuz, kötü. hakîkat-i İslâmiye: İslâmiyet hakikati, gerçeği. temevvücsâz: Dalgalandıran. nesl-i cedid: Yeni nesil. |
11.02.2010 |
Meleklerde akıl var mıdır? (2)
Melekler iyi ve kötüyü bilirler mi? Evet, melekler iyi ve kötünün ne demek olduğunu biz insanlardan daha net olarak bilirler. Cebrail Aleyhisselâma Cenâb-ı Hak tarafından ilk öğretilen şeylerden birisi Cennet ve Cehennemdir. Yani iyi ve kötünün neticeleri. Üstelik insanın iyi ve kötü amellerini yazmak üzere iki melek vazifelendirilmiştir. Kiramen Kâtibin diye isimlendirilen bu melekler, iyi ve kötünün ne demek olduğunu bilmezlerse görevlerini de tam olarak yapamazlar. Demek ki, bu meleklere iyi ve kötü tam olarak öğretilmiş. İyi ve güzel olan Allah’ın emirlerini yerine getirmek, kötü ve çirkin ise Allah’ın emirlerine muhalefet etmek olduğuna göre, melekler her zaman, büyük bir dikkat ve ihtimamla Allah’ın emirlerini yerine getirdikleri için daima iyiyi tercih ederler. Bir nevî onların bütün faaliyet ve işleri bu tarzdadır. Yani iradelerini sürekli Allah’ın istek ve arzusu yönünde kullandıkları için masum ve günahsız olurlar. “Hem de, rûy-i zemin bir tarladır; umum nebâtât onun içinde ekilir. Umumuna Cenâb-ı Hakk’ın nâmiyle, kuvvetiyle nezâret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı, bir melek bir tâife-i mahsusaya nezâret etmekle Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mîkâil Aleyhisselâm şunların en büyük nâzırlarıdır. Meleklerin çoban ve çiftçiler mesâbesinde olanlarının insanlara müşâbehetleri yoktur. Çünkü, onların nezâretleri sırf Cenâb-ı Hakk’ın hesâbiyledir ve O'nun nâmiyle ve kuvvetiyle ve emriyledir... Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-i ihtiyârîleriyle bir nevî kisbdir, belki bir nevi ubûdiyet ve ibâdettir” (Sözler,318) sırrınca melek taifesi kâinatta birçok iş ve faaliyette vazife alırlar. Sadece Allah hesabına iş görüp, bir nevi ibadet ederler. Melekler iyi ve kötüyü bildikleri gibi aynı zamanda endişe ve üzüntü hissini de bilirler. Hatta insanların başına gelen belâ ve musîbetlerden müteessir olurlar. “Melâikelerin tecelliyât-ı kahriyede kendilerine göre müteessir oldukları gibi...” (Mektubat, 61) ifadesi ile Bediüzzaman Hazretleri, meleklerin büyük belâ ve musîbetlerde kendilerine göre üzüntü hislerine kapıldıklarını 15. Mektub adlı eserinde böyle açıklıyor. Hatta günahlardan, pis kokulardan, insanların uygunsuz durum ve davranışlarından da rahatsız oldukları hadis-i şeriflerde izah edilmiş. “Melâikeler ise, onlarda mücâhede ile terakkiyât yoktur, belki her birinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat, onların, nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibâdetlerinde derecâtlarına göre tefeyyüzleri var. Demek o hizmetkârlarının mükâfatı hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziyâ ve gıdâ ile tegaddî edip telezzüz eder; öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibâdet ve mârifet ve muhabbetin envârıyla tegaddî edip, telezzüz ediyorlar. Çünkü, onlar nurdan mahlûk oldukları için gıdâlarına nur kâfîdir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevî gıdâlarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever” (Sözler, s. 318) sırrınca meleklerin gıdası tesbih, hamd, ibadet, Allah’ı bilmek ve itaat etmektir. Bizler nasıl maddî gıdalar ile besleniyorsak, melekler de mânevî gıdalarla besleniyorlar ve lezzet alıyorlar. Bu sebeple Allah rızasına uygun olmayan hâl ve davranışlardan da hoşlanmıyorlar, ondan rahatsız oluyorlar. Suâl: Akıl insanlara iyi ve kötüyü seçmek için verilmiş. Bu noktada cüz’î irade işin içine girmiş. Bizler de iyi-kötü noktasında akıl ile seçim yapıyoruz. Sadece iyiyi seçen bir irade ve aklın bir anlamı kalır mı? Cevap: Evet, akıl iyiyi ve kötüyü ayırt edecek bir kabiliyettedir. Ancak aklın vazifesi sadece bu değildir. Esas olarak iyiye seçmektir. Hatta akıl ve iradenin en büyük mertebesi daima haktan yana, doğrudan, iyilikten ve güzellikten yana bir tercih koyabilmesidir. Aynen melekler gibi. Benzer tarzda, Peygamberler de akıl ve iradelerini hep haktan yana kullanmışlardır. Evet, Peygamberler (as) masum ve günahsız oldukları halde hep haktan yana tercih kullanmışlar, Peygamberimiz (asm) itibari ile de meleklerden daha ileri mertebelere çıkmışlardır. Demek ki, akıl ve irade asıl olarak doğruyu ve güzeli yapmak için verilmiştir. Suâl: Meleklerin itiraz etme kabiliyetleri var mıdır? Cevap: “Bu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki, İblisin enaniyeti, kibri, melâikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara (soru sormaya), bir taifenin itirazı da karışmıştır” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 259) sırrınca itiraz kabiliyeti vardır. Ancak asla itiraz etmezler. Çünkü melekler Allah’a öylesine bağlıdırlar, öylesine muhabbet ederler ve öylesine itaat ederler ve bu itaatten öylesine zevk alırlar ki; asla itiraz ve isyan etmezler. Şu ifade bu durumu ne güzel açıklıyor: “Hem insana benzer ki, o Sâni-i Zülcelâl’in makàsıd-ı külliyesini bilir bir ubûdiyetle tevfîk-ı hareket ederler. Hem insanın hilâfına olarak, hazz-ı nefisten ve cüz’î ücretlerden tecerrüd ederek yalnız Sâni-i Zülcelâl’in nazarı ile, emri ile, teveccühü ile, hesâbı ile, nâmı ile ve kurbiyetiyle ihtisas ile ve intisab ile hâsıl ettikleri lezzet ve kemâl ve zevk ve saadeti kâfi görüp, hâlisen, muhlisen çalışıyorlar.” (Sözler, 473) İşte bu zevk ve lezzeti ve saadeti kaybetmemek için, Âdem Aleyhisselâmın hilâfetine karşı yaptıkları cüz’î itirazdan vazgeçip hemen secde ederek Allah’ın emirlerine itaat etmişlerdir. “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın” (Bakara Sûresi, 32) diyerek ebedî rahmet ve saadete ermişlerdir. Allah bizleri akıllı, şuurlu ve itaatkâr olan meleklerin şefaatine mazhar eylesin. Âmin.
HALİL AKGÜNLER |
11.02.2010 |