M. Latif SALİHOĞLU |
|
Osmanlı Beyliğinin devlete dönüşümü |
Tarihin en uzun ömürlü "tek hanedan" orijinli devleti Osmanlı Saltanatı'nın kuruluş tarihi hakkında farklı görüşler var. En kuvvetli görüşe göre, bu cihangir devletin 27 Ocak 1299'da Söğüt'te kurulduğu şeklindedir. İkinci derecedeki görüşe göre ise, Yenişehir ve ardından Koyunhisar'ın fethinden sonra, bu devlet 1302'de Yalova'da kurulmuştur. Bunların dışında, Osmanlı Devletinin kuruluşunu daha evvel ve daha sonraki tarihlere dayandıranlar da var. Netice itibariyle, bu devlet Ertuğrul Beyin oğlu Osman Gazi tarafından kurulmuş olup, başlangıç olarak da 1299 senesinin esas alınmasında herhangi bir sakınca olmasa gerektir.
Söğüt'te bir uç beyliği
1200'lü yılların ilk çeyreğinde Orta Asya'dan Anadolu'ya hicret eden Kayı boyuna mensup bir aşiret, kısa aralıklı duraklamalardan sonra, Anadolu'nun Batısında yer alan Söğüt mıntıkasına gelip yerleşti. Ertuğrul Beyin idaresinde Söğüt'ü kışlak, Domaniç taraflarını ise yaylak olarak kullanan bu aşiret, Anadolu Selçuklu Sultanlığına bağlı bir "Uç Beyliği" konumunda varlığını sürdürüyordu. 1250'li yıllardan itibaren Moğollar'ın tahakkümü altına giren Selçuklular ise, giderek zayıflamaya yüz tuttu. Öyle ki, 1281'de Ertuğrul Beyin vefatı tarihine gelindiğinde, Selçuklu Saltanatının varlığıyla yokluğu arasında pek bir fark kalmamıştı. Moğollar (İlhanlı), atadıkları valiler marifetiyle Anadolu'yu yönettikleri gibi, iki başlı hale (Kayseri, Konya) getirdikleri Selçuklu tahtına kimin geleceğini de yine kendileri tayin etmekteydiler. Bu durumda, Osmanlı Beyliğinin istiklâliyetini ilân etmesinin önünde ciddi bir mani kalmamış oluyordu.
Devlet–i Aliyye–i Osmaniyye
Babası Ertuğrul Beyin vefatından sonra aşiretin başına geçen Osman Gazi, tasarladığı büyük idealleri istikametinde hızlı ve azimli adımlar attı. Bizans tekfurlarıyla yaptığı mücadelelerin hemen tamamında muzafferiyetler kazandı. Söğüt ile Domaniç arasındaki bölgeyi aldıktan, özellikle İnegöl ve çevresini fethettikten sonra (1298), bağımsızlığını ilân etme kararına vardı. Bu karar, nihayet 27 Ocak 1299'da açıklandı. Böylelikle, Osman Gazi liderliğinde 600 küsûr sene ömür sürecek olan Devlet–i Aliyye–i Osmaniyye kurulmuş oldu.
Bursa açıldı, gülzâr oldu
Marmara Bölgesinde büyük fütûhat yapan ve ömrünün sonuna kadar zaferden zafere koşan Osman Gazi, 1326'da iyice yaşlanmış ve artık ölüm döşeğine uzanmak zorunda kalmıştı. Ancak, o vaziyette bile Bursa'nın fethini düşünüyordu. Oğlu Orhan Gaziyi yanına çağırdı ve ona birkaç maddelik "baba nasihati"nde bulunduktan sonra, ayrıca şunu vasiyet etti: "Oğul Orhan! Bursa'yı aç, gülzâr eyle..." Yani, oğluna Bursa'yı bir an evvel fethetmesini ve devletin merkezini Söğüt'ten buraya taşımasını tavsiye ediyordu. Nitekim, öyle de oldu... Aynı sene içinde, harikulâde bir kuşatma ve dahiyane bir harp planıyla Bursa'yı fethedip gülzâr eyleyen Orhan Gazi, burayı Devlet–i Osmaniye'nin merkezi haline getirdi. Devlet adına ilk para da burada basılmış oldu.
Ver elini Rumeli
Bursa'nın fethinden sonra, İstanbul'a yüklenmek yerine Rumeli'ye açılmayı ve böylelikle Bizansı ablukaya almak isteyen Osmanlı, bu maksada matuf önemli adımlar attı. Öncelikle, Marmara'nın güneyindeki coğrafyada yerleşik durumdaki beyliklerle (Karesi gibi) haricî düşmana karşı ittifak kurdu. Hemen ardından, Gelibolu üzerinden Rumeli'ye geçiş harekâtını gerçekleştirdi. Zaman içinde, Doğudan İstanbul Boğazına kadar gelip dayanan Osmanlı akınları, bir yandan da Rumeli'nin içlerine doğru hızlı bir fütûhat hareketini tahakkuk ettirdi. Avrupa'ya karşı zaferle neticelenen Edirne–Sazlıdere (1363), Sırpsındığı (1364), I. Kosova (1389), Niğbolu (1396), Varna (1444) ve II. Kosova (1448) Savaşlarından sonra, fetih sırası İstanbul'a (Bizans) gelmişti. Bunu da, çağ kapayıp yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmed yapacaktı. (1453) Fatih'in torunu olan Yavus Selim ise, Şark coğrafyasında fütuhat yapacak ve kısa zaman içinde İslâm Birliği dâvâsını tatbikat sahasına koyacaktı.
Zirve, aynı zamanda dönüş demek
Osmanlı Devleti, Kànunî Sultan Süleyman zamanında hemen her yönüyle zirveye çıktı. Rakip tanımayan bir devlet oldu. Zirve, bir bakıma dönüş demektir. Bu gerçeğe binaen, Osmanlı Devleti de 1570'lerden itibaren zirvede tutunmaya çalıştı. Ancak, Viyana Bozgunu ve hemen ardından imzalanan Karlofça Antlaşması'ndan (1699) sonra, devlet adım adım küçülmeye ve gerilemeye yüz tuttu. Ondan sonra da, kısmî başarılarla birlikte büyük felâketler birbiri ardına sökün edip geldi. Ancak, bütün bu felâketlere rağmen, Osmanlı'yı haricî düşmanlar değil, dahilî fitneler ve ihanetler yıktı. Saltanatın yerini Cumhuriyetin alması, 600 yıllık Osmanlı Hanedanına mensup bütün fertlerin acımasızca ve hatta nankörce hudut harici edilmesini gerektirmezdi. Bugün bile, Osmanoğullarına siyasî değil, ancak sosyal çerçevede yeni bir statü tanınabilir. Böylesi bir jest, millet ve tarih önünde bize hiçbir şey kaybettirmez; ancak, çok şeyler kazandırır. 27.01.2010 E-Posta: [email protected] |