Faruk ÇAKIR |
|
Olmaması gereken şeylerin olduğu ülke |
Herkesin bildiği bir gerçek var: Bir kişinin hatası sebebiyle; onun ailesi, yakınları ya da mensup olduğu kitle suçlanamaz. Yine herkesin bildiği gibi, ‘kitle’ler içinde hata yapan olabilir ve bu şahsın hatası o kitleye mal edilemez. Bu ve benzeri onlarca gerçek, hata yapan kişilerin bu hatalarını mensup oldukları kurumlarına mal etmeye, onları toptan suçlamaya engel olmalıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var: Kurum, cemiyet ya da cemaat ‘kişi’nin yaptığı hataya sahip çıkmayacak, hatayı yapan ‘kişi’ kınanıp gerekiyorsa adalete teslim edecek. Bu yapılmadığı takdirde, hata yapan ‘kişi’ye ve ‘hata’sına sahip çıkıldığı akla gelir ki o zaman ‘kişi’nin yaptığı şahsî hata mensup olduğu ‘kurum’u da ilgilendirmiş olur. Son günlerdeki tartışmalara bu pencereden bakmakta fayda var. Genelkurmay Başkanı “Balyoz darbe planı”yla ilgili iddilalar hakkında konuşurken, “Allah Allah diye taarruz eden bir ordu, nasıl olur da Allah’ın evi olan camiyi bombalar?” diye sormuş. Tabiî ki böyle bir iş yapmak için ‘insan’ın önce aklını kaybetmiş olması lâzım. Fakat geçmişte benzer ‘hata’lar yapıldığı için böyle iddialar çok da akla ziyan gelmiyor. Önemli olan bu iddiaların doğru olup olmadığının araştırılmasıdır. Böyle iddiaların doğruluğu ya da yanlışlığı ancak ciddî bir soruşturma ve araştırma ile ortaya konulabilir. Böyle düşünenler varsa hiç vakit kaybetmeden adalete teslim edilmelidir. Elbette “Allah Allah diye (düşmana) taarruz edenlerin” cami bombalaması beklenmez. Ama aynı şekilde aynı kişilerden; “Allah Allah diye namaz kılanları kapı önüne koyması” da beklenmez! Ayrıca yine aynı kişilerden “Allah Allah diye başını örtenlere” yasak uygulaması da beklenmez! Yine aynı şekilde “Allah Allah diyerek çocuklarının yemin törenini izlemeye giden başörtülülerin ‘kışla’ya ‘ziyaretçi’ olarak girmesine yasak koyması” da beklenmez! Daha pek çok şey beklenmez ve beklenmemeli. Fakat Türkiye’nin acı bir gerçeği, “olmaması gereken pek çok şeyin olduğu” şeklindedir. Meselâ, bir ‘komutan’ın ‘pimi çekilmiş bir bombayı askerin eline vermesi’ akla ve hayale gelebilir mi? Hele hele başka bir ‘yetkili’nin köy ortasına topladığı vatandaşlardan birine ‘dışkı’ yedirmesi mümkün ve akla hayale gelebilecek bir şey midir? Kim bunlara imkân ve ihtimal verebilirdi? ‘İnsan’ olan hiç kimse bunların yaşanmasını akla hayale getiremezdi. Fakat maalesef bunların tamamı ülkemizde yaşandı. Sevindirici olan ise, bu ‘suç’lara imza atanların bir kısmının hukuk önünde hak ettiği cezaları almış olmasıdır. O halde “Bunlar akla ve hayale gelmez iddialardır” diyerek günümüzde dillendirilen iddiaları görmezden gelemeyiz. Tam aksine, geçmişte yaşanan acıları ve yanlışları da göz önünde tutarak “Acaba?” diye sormak ve iddiaların ciddiyetini araştırmak gerekir. Doğruyu bir defa daha tekrarlamakta fayda var: Her kurumda ‘çürük elma’lar olabilir. Bu sebeple ‘çürük elmalar var’ diye kurumlar suçlanamaz. Aslında ‘çürük elma’ların olması çok da önemli değil. Önemli olan ‘çürük elmalar’ın var olduğu ortaya çıktığında hemen ayıklanması için siyasî iradenin ortaya konulmasıdır. Kurumlar bu iradeyi ortaya koyabildikleri ölçüde inandırıcı olurlar. Yoksa ‘çürük elma’lara sahip çıkılarak düzlüğe çıkma imkânı yoktur. Bu vesile ile sık sık tekrarladığımız 'Genç Osman Marşı'nı hatırlayalım: Allah Allah deyip geçti Genç Osman of of. 27.01.2010 E-Posta: [email protected] |