Şükrü BULUT |
|
Ağlama Duvarı |
Ülkenin ve milletin şu kaos, tereddî ve zaruretten “siyasî iktidarlarla” kurtulacağına inanan kitlelerdeki “ümit erimesi” iyice belirgin hale geldi. Gerek 12 Eylül ve gerekse 28 Şubat ihtilâllerinin ardından iktidara gelmiş muhafazakâr kadrolara millet büyük ümitler bağlamıştı. Şimdi de milletin haklı isteklerini zamanın nisyan sularında eritmenin, unutturmanın veya istikbale havale etmenin imkânsızlığını herkes görüyor. Medyada kerratla yazılan ve seslendirilen söz konusu beklentilere girmeyeceğiz. Bu meselede bizim “tarafgirane” baktığımızı düşünenleri; doğru haberleri, istatistikî bilgileri ve beklentilerimizin aksine gelişen hadiseleri dikkatlice incelemeye dâvet ediyoruz. Belki de bu meselede yazmaya ihtiyaç olmayacaktı. Fakat her gün her gün bu millete radyo, tv ve diğer medya araçlarıyla anlatılanlar, bizi de bu tarafa çekiyor. İktidarın “aczini beyan” makamı olmadığını hepimiz biliyoruz. Şayet demokratik bir süreç işliyorsa, ülkede muhalefet iktidara bu imkânı da vermez. Türkiye’de yaklaşık 8 senedir taaccüp ettiğimiz tablo biraz değişik. İktidar zaman zaman ağlayıp sızlanmasına rağmen muhalefet iktidarı ne sıkıştırıyor ve ne de zorluyor. Manzaraya dikkatlice baktığımızda bir tiyatroya dönüşen siyaset sahnesinde herkes rolünü kusursuzca oynamaya gayret ediyor ve sahnede kalabilmenin mücadelesini veriyor. Şu iktidar döneminde dinî ve manevî hayatımızda yaşanan yozlaşma ve dejenerasyon, Bediüzzaman Hazretlerinin “dünyayı dine tercih” noktasına tahşidat yapan Kur’ânî ikazları ve Asya’da medeniyetin ancak din ile geleceği hakikatleriyle çatışırken, birilerinin şu milleti dehşetli bir girdaba sürüklediği hissini de bize veriyor. Dini ticarete âlet eden holdinglerin Avrupa’daki felâketini yakın mesafede seyreden birisi olarak, hükümetin ekonomik gidişatından da ciddî olarak kaygı duyuyoruz. Holdinglerin bilhassa son demlerinde “doğru bilgi”ye ulaşmak iyice güçleşmişti. Sorulan soruları cevaplamak yerine “sıcak para devrinin” tatlı neticeleri gösteriliyordu. Avrupa’da temayüz etmiş kişi ve kuruluşlar “hediye, bahşiş ve imkân” üçgenine hapsedilmişlerdi. Sonra olan oldu. Sadece Fadıl’ın kartel medyasına, sivil toplum kuruluşu temsilcilerine ve başkalarına peşkeş çektiği halis insanımızın paraları, Avrupa’da yüzlerce kalp ve beyin krizleriyle ölümleri, bir o kadar intiharı ve binlere varan aile facialarını netice vermişti. Ülkemizdeki aktüel ekonomik politikaların neticelerinin “global bir sıcak para devrine” bağlı olmamasını temennî ediyoruz. Aksi halde “yeni liberallerin” idare ettiği bankaların icraları Devlet-i Aliyenin iflâsından daha elim neticelere götürebilir. Zira ne Rothschild’ların ve ne de Soros’ların insafına emniyet edilmez. İktidar makamının “ağlama duvarı” olmadığını söyleyen bilge siyasetçilerin sözü bir hakikati de hatıra getiriyor. Eğer çoğu önemli icraatlar Meclis iradesinin dışında vuku buluyorsa âcilen millete gitmek zorundadır iktidar. 12 Eylül’ün kalemizde yıktığı menfezlerden ülkeye dalan “haricî cereyanlara” karşı millî bir siyaset seferberliği gerekli olabilir. Mevcut kaos hali içinde haricî güçlerle şu şartlarda masaya oturmak ve iç siyasette gerilimi tırmandırmanın, hem vatana, hem millete ve hem de İslâma büyük zararlar vermesinden endişe ediyoruz.
19.02.2010 E-Posta: [email protected] |