Cevher İLHAN |
|
“Bayat isnad” üzerine (1) |
Bediüzzaman hakkında öteden beri yeltenilen bir “iftira” da, “Hıristiyanların Cennete gideceği” ve Çanakkale’de Mehmetçiğe karşı savaşan “Anzaklar’ın şehid sayıldığı” yalanı… Gerçi bu “bayat isnad”ı en son bir televizyon programında telâffuz eden Cübbeli Ahmet Hoca, “Bediüzzaman Hazretlerinin Hıristiyanlar, tarikatlar, şehitlik, İsevîlik ve Hz. İsa’nın nüzûlü hakkındaki görüşlerini tam mânâsıyla bilmiyordum; bu konularla ilgili olarak, daha ziyade başkasının naklettiği bilgilere dayalı olarak konuştum. Kendi görüş ve kanaatimi değil, başkaların görüşüdür” itirafında bulunarak “nakillerin yalan ve yanlış şeyler olduğunu” söyledi; “hatam varsa, özür dilerim” diye bir radyo programında itiraf etti. Bir mânâda hatadan dönme fazileti gösterdi. Meselenin doğrusunu yerinden okuyarak gördüğünü, Bediüzzaman’ın “fetret ve hidâyet”le ilgili tesbitlerinin, Ehl-i Sünnet itikadına göre bir yanlışlık, bir aykırılık söz konusu olmadığını, yazdıklarının hiçbirinin İmam–ı Eşârî’nin târif ettiği itikadî ölçü ve prensiplere ters düşmediğini ve hepsinin hak ve hakikat olduğunu belirtti. Medyaca zaman zaman ısıtılıp piyasaya sürülen “yakıştırma”nın ifsad şebekelerince istifhamlar meydana getirme amacıyla istimal edilmesine karşı Bediüzzaman, diğer isnadlar gibi bütün bu iftiralara bizzat cevap vermiş. Eserlerinden okunduğunda, “isnad”ın her yönüyle bir iftira ve yakıştırma olduğu sırıtmakta. Bile bile aynı iftirayı ısıtıp piyasaya sürenlerin içyüzleri deşifre olmakta… MAZLÛMLAR, MÂSUMLAR HAKKINDA… Öncelikle şunu belirtelim. Bediüzzaman’ın altı bin sayfayı aşkın Risâle-i Nur Külliyatında, hiçbir eserinde, lâhika, mektup ve hatırasında “Anzaklar”a dair hiçbir ifâde yok. Bediüzzaman’ın dikkat çektiği, İkinci Dünya Savaşı esnasında özellikle mâsumların-mazlûmların başına gelen dehşetli felâketler hakkındadır. “Musibet-i beşeriyeden (insanlığa gelen musîbetlerden) biçârelere gelen felâketler, helâketler, sefâletler, açlıklar”ın mânevî ve kaderî izâhıdır. “Beşerin zâlim kısmının cinâyetinin neticesi felâketten vefât eden ve perişan olanlar” kaydı, bunun ifâdesidir. (Kastamonu Lâhikası, 79-80) Buradaki tasnife dikkat edildiğinde Bediüzzaman, öncelikle bütün bir kıt’anın yerle bir edildiği, milyonlarca sivil ve mâsum insanın katledildiği savaşta, “çoluk çocuğa acıyarak” ve “şiddetle rikkatime (acıma ve merhamet duyguma) dokundu” diyerek elim şefkate bir merhem olarak izâh eder. Onun içindir ki, zâlimlerin cinâyetlerinin neticesinde gelen felâketten vefat edenlere ve perişan olanlara dair “eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir” dinî hükmü aktarır. Mâsum çocukların ve mazlûmların Müslümanlar gibi büyük mânevî mükâfatlarının olduğunu ve musîbeti haklarında hiçe indirdiğini belirtir. Yine zâlimlerin zulüm ve cinâyetiyle katledilen “on beşinden yukarı olanlar, mâsum ve mazlûm ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır” hakikatini, Kur’ân’ın ve İslâm âlimlerinin açık fetva ve görüşleriyle iletir. Mazlûmların imdadına koşanların, insanlığın huzur ve selâmeti için ve “esasat-ı diniye” dediği dinin esaslarını, semâvî dinlerin ortak mukaddeslerini ve insanlığın hukukunu muhâfaza için mücadele edenlerin bu felâkete duçar olmaları halinde, “o fedakarlığın mânevî ve uhrevî neticesi”nin büyük olduğunu ve hatta şerefe vesile yapıp sevdireceğini kaydeder. “RABLERİ KATINDA MÜKÂFATLARI VARDIR…” Bediüzzaman’ın bu tesbiti, şüphesiz her şeyden önce serapa hakikat ve adâlet olan Kur’ân’ın beyânıyla da sabittir. “İman edenler ile Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve yıldızlara ve meleklere tapan Sâbiîlerden kim Allah’a ve âhiret gününe gerçekten iman ederek güzel işler yaparsa, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur; onlar mahzun da olmayacaklardır” (Bakara Sûresi, 62) âyetinin tefsiridir. Buna istinaden, “Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nev'i merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehâdet hükmüne geçiyor” gerçeğini nazara verir. Sahih hadislere dayanarak, “madem âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir” cümlesi bu mânânın açık tasrihidir. Anlamı açık cümlelerinin kasten ya da bilmeyerek yanlış yorumlanması üzerine, “Dinsizler tarafından öldürülen mazlûm ve dindar Hıristiyanların âhirzamanda bir nevi şehid hükmünde olabileceği” ifâdesiyle açıklaması da bunun içindir. (Şuâlar, 304) Ayrıca, “musîbetlerin, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çeken musîbetzelelere, hususan ihtiyarlara, fakirlere ve zayıflara, medeniyetin sefâhetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günâhlara keffâret ve yüz derece kâr olduğu” şerhi, bütünüyle Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in itikat imamları İmam Mâturîdî ve İmam Eş’ârî’nin görüşlerine uygundur. Kaldı ki isnadların aksine Bediüzzaman, bu musîbetlerin sözkonusu felâkete mâruz kalan zâlimlere, insanlığın perişaniyetini hazırlayan gaddarlara ve “hodgâm (çıkarcı) alçak insî şeytanlar” diye tanımladığı kendi menfaati için insanlık âlemini ateşe verenlere tam müstehak ve İlâhî adâlet olduğunu belirtir. Ancak, müstehaklara âfetler ve felâketler geldiğinde mâsumların da yandığını, bunlara acımanın da İslâm’ın rahmeti ve merhameti gereği olduğunu açıklar. (Kastamonu Lâhikası. 48-49) İşte Bediüzzaman’ın, “cânilerin cezalarından zarar gören mazlûmlar hakkında gizli bir merhamet var” dediği ve bilhassa zâlim ve gaddarların cinâyetiyle gelen felâketlere mâruz kalanlar hakkında Kur’ân’a ve Sünnete göre yaptığı “mânevî taksimat”ın mânâsı budur… 19.02.2010 E-Posta: [email protected] |