Mikail YAPRAK |
|
Medeniyetin medenîleşmesi |
Avrupa’da yaşayan biri olarak hakikî medeniyete olan özlemimi sizlerden saklayamam. Medeniyetin, medenî ve hakikî yüzüne olan ihtiyaç, karanlık bir gecenin sabahında doğan güneşe olan ihtiyaçtan daha az değildir. Zira modernleşme ve aydınlanma adına sunulan sahte ışıklar, gerçek medeniyeti görmemize perde oluyor. Eflatun’un hayali olan “fazilet şehri”nin bile, bu perdelerin aralanmasıyla, İslâmiyet sayesinde ve insanlığın lâyık olması nisbetinde görülebileceğini, Bediüzzaman’ın ifadelerinden anlıyoruz. Asr-ı Saadet bunun en güzel ispatıdır. Yüzlerce sene önce hakikî medeniyetin orada, Medine’de yaşanmış olması, Yesrib’in Medine’ye dönüşmesi; medeniyetin, modernizmin mahkûmu olmadığını açıkça gösteriyor. Modernleşmenin, çağdaşlaşmanın ve teknik donanıma sahip olmanın medenîleşmeye yetmediğini; geçen zaman, gelişen fenomenler ve yaşanan paradokslar açıkça göstermiştir. Şimdi, “medenî insan,” “medenî toplum” demek gibi, bir de “medenî medeniyet” kaydını izhar etme durumuna geldik. Hangi medeniyet? Medenî olan mı, medenî olmayan mı? Yani Bediüzzaman’ın deyimiyle “mim”siz mi, yoksa “mim”li mi? Şimdi biz bu “medenî” kaydını öngörmekle, yeni bir kavram kargaşası mı icat etmiş oluruz, yoksa medeniyet alanında zaten var olan kavram kargaşasından çıkış yolunu mu göstermiş oluruz? Yüksek idrakinize havale olunur. Her olguya olduğu gibi, medeniyet kavramına da hem müsbeti, hem menfîyi yükleyen, insan oğlu insanın tâ kendisidir. Medenî toplumların temel faktörleri medenî insanlardır. Teknoloji ve modern âletler değildir. Çünkü bu âletleri medeniyetin lehinde de, aleyhinde de kullanacak olanlar yine insanlardır. Medeniyet başka, modernleşme başkadır. Birincisinde insan görüşleri, zihniyet ve kafa yapısı, ahlâkı ve maneviyatıyla; ikincisinde ise hayatına lâzım olan vasıta ve imkânlarıyla değişip yenilenir. İslâmdan önce, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi âdeti ne kadar vahşîlik ve bedevîlik ise; İslâm’dan sonra, aynı insanların karıncaya ayak basmaz hale gelmeleri o kadar medenîliktir. *** Bugün teknolojik gücü ve modern âletleri elinde tutan Batı, bütün insanlığa olan borcunu unutmamalıdır. Medeniyet alanındaki kazanımlarının öncülerine ve pederlerine saygıda kusur etmemelidir. Bilmelidir ki, kendi insanlarının yüzünü güldüren, refah seviyesini yükselten teknik ve bilimsel kazanımlarında bütün insanlığın el emeği, göz nuru vardır. Bütün bunlar, doğudan batıya ve batıdan doğuya göçler ve seyahatler sayesinde elde edilmiştir. Bunda da tarihî, ticarî, siyasî ve dinî sebepler rol oynamıştır. İpek yolu, haçlı seferleri, Endülüs Emevî devleti vesaire.. Tamam, kabul ediyoruz. Avrupalı aklını kullanmış, bilimsel çalışmalar yapmış, çalışmış, ter dökmüştür. Doğunun ve Asya’nın sahip olup da değerlendiremediği nimetleri, Batılı değerlendirmiştir. Ama bu hal, gurura kapılmayı, dünyanın diğer ülkelerine tepeden bakmayı gerektirmez. *** Avrupa’da hâlâ Bediüzzaman’ın tabiriyle “mimsiz” ve “sefih” bir medeniyetin baskısı ve etkisi varsa, hâlâ heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edilen bir medeniyet revaçta ise, hâlâ fazilet ve hüdâ üstüne tesis edilen bir medeniyetin hasreti çekiliyorsa, dünya ve insanlık adına tehlike çanları çalıyor demektir. Mehmet Akif Ersoy’umuza, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dedirten medeniyet anlayışı, iki cihan savaşıyla birlikte tarihin derinliklerine gömülmüş olabilir. Lâkin yine şairimize, “Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, / Desene hayvan senden daha medenî” yakıştırması, ne yazık ki, uygar Batıda ve Batının körü körüne mukallitlerinde alabildiğine sırıtmaya devam ediyor. *** Bir Alman düşünür der ki: “Medenî insan, karanlıkta dahi esnerken ağzını kapatan insandır.” Aslında onu görüp de ayıplayacak kimse yoktur. Demek ki onun, herşeyden önce kendisine saygısı vardır. Burdan hareketle şöyle diyebiliriz: “Medenî insan kendisine saygısı olan insandır.” Medenî insan, sorulara kızmadan cevap veren, diyaloğa açık, hoşgörülü, kendisiyle barışık, insan haklarına saygılı, haksızlığa isyankâr, tükürdüğünü yalamayan ve de yere tükürmeyen insandır. Görüyorsunuz ya, medeniyet üzerine fikir yürütürken, Avrupa dedik, şu dedik, bu dedik, sonuçta yine insana döndük. Kendime döndüm, kendime baktım. Hakikaten medenî miyim ki, medeniyet üzerine kelâm sarf etme medenî cesaretini gösterebiliyorum? Ki, eğer öyle değilsem vay halime ki, İlâhî cezaya müstahak olmaktan, bütün dünyanın medeniyeti de beni kurtaramaz. Bir de elimizdeki hakikatlere, risâlelere bakalım. Demiri balmumu gibi elinde yoğurma mu'cizesine sahip olan Davud Aleyhisselâm’ı hatırlayalım. Bir de enemizi ve enaniyetimizi balmumu gibi yoğurmaya muktedir olan Risâle-i Nur hakikatlerine bakalım. Sonra dönüp yine kendimize bakalım. Vay halime ki, vay.. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!”
18.02.2010 E-Posta: [email protected] |