Basından Seçmeler |
SAKİN OLUN KOMUTANLAR
HAKLARINI teslim etmek gerekir, sivil savcılar geçmişle kıyaslandığında ‘asker kişi’lere yönelik daha cesur davranıyorlar. Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk, ifade vermeye gitmek istemiyor. Sanırım sivillerin kendisini sorgulayamayacağını ve yargılayamayacağını düşünüyor. Düşünmekte haklı çünkü bugüne kadarki deneyler onu haklı çıkarıyordu. Askerler hakkında sivillerin soruşturma açması akıllardan bile geçmezdi. Güneydoğu’da çok dolaşan bir gazeteci olarak bilirim ki, o bölgenin kayıtsız şartsız hâkimi askerlerdi. Valilerin ne yapacağını, nerede duracağını bile askerler belirlerdi. O bölgede askerlerin istemediği bir idarî yöneticinin görev yapması mümkün değildi. Son acı örnek Şemdinli’de yaşandı. Herkesin gözü önünde bomba patlatan, adam öldürdüğü ayan beyan kameralara kadar yansıyan askeri görevliler hakkında anlamlı bir iddianame yazan Şemdinli Savcısı artık yok. Nereye gittiğini, ne yaptığını bile bilmiyoruz. Adalet dağıtma merkezlerinden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu onu hukukçu olarak yok etti. Askeri yargılamaya kalkmak, komutanlar hakkında iddialarda bulunmak Şemdinli Savcısı’nın sonunu getirdi. *** Orgeneral Saldıray Berk’i anlıyorum. Bir sivil savcının onu ifade almak için makamına çağırması kabul edilir gibi bir durum değil. Ama işin bir başka yanından bakarsak artık devrin değiştiğini görmek durumunda kalırız. Ondan daha üst rütbeye çıkmış komutanlar da sivil savcılara ifade verdiler. Saldıray Berk de tıpkı Genelkurmay Başkanı Başbuğ gibi sabretmek, yeni duruma uyum sağlamak zorunda. Türkiye sivilleşiyor, bu süreci belli ki en zor askerler yaşayacaklar. En çok sıkıntıyı onlar çekecekler. Benim gibi hayatı sivil ve askeri savcılara hesap vermekle geçmiş olanlarla onların durumu aynı değil. Onlar hep hesap soran olarak yaşadılar, üniformalarını bu ruh hali içinde giydiler. Bu ruh hali içinde terfi ettiler. Şimdi kalkıp da bir savcı ‘gel ifadeni alacağım’ deyince dayanamıyorlar. Kendilerine sakin olmaları öneriyorum. Deneyimli bir sanık olarak, artık yeni bir Türkiye’de yaşamaya başladığımızı, bu duruma bir an önce adapte olmaları gerektiğini kendilerine söylemek isterim. Böyle davranırlarsa kendileri de, ülkemiz demokrasisi de bu davranıştan kazançlı çıkar. *** Baksanıza Tekirdağ’daki komutana, üniversite rektörü beni neden kapıda karşılamadı diye köpürüp geri dönmüş. Bu nasıl bir ruh halidir ki, böyle davranabiliyor? Bir üniversite rektörünün kendisini ille de kapıda karşılaması gerektiğini nereden öğrenmiş? Bu kadar üstten bakmayı hangi eğitimle ve hangi kavrayışla içselleştirmiş? Bu ülkenin komutanlarına şunu söylemek gereğini duyuyorum. Bu ülkeye demokrasi ne kadar köklü ve kalıcı yerleşirse, askerler dahil hepimiz kârlı çıkarız. Askerinin siyaset içinde olduğu bilinen, mutluluğu ve huzuru yakalamış bir ülke örneği yok. Tersi, yani askerin kendi işine baktığı, görev sınırları içinde hareket ettiği demokratik ülkelerin hepsi, bizden daha huzurlu ve daha zengin. Askerleri de daha sakin ve daha uyumlu. Bu ülkeyi artık askerler yönetmeyecek. Bunun yanlış olduğunu birçok asker de görüyor ve anlıyor. Çoğunluğu da bu yeni duruma uygun hareket etmeye başladılar. Onun için askerlerin ruh hallerini normalleştirmelerinde sayısız faydalar bulunuyor. Çünkü artık yanlışta direnmenin bir anlamı kalmadı. Yararı da yok. Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’in de bir an önce sivil savcılara giderek ifade vermesi iyi olacak. Böyle gerginliklerden demokrasimiz, askerlerimiz, toplumumuz zarar görüyor. Zaten, bugün olmazsa yarın bunun ne kadar normal bir şey olduğunu kabul edeceğiz. Normal ve doğru olan, bu ülkenin askerlerinin de hukuk sistemine uymaları ve görevlerini hukuk sistemine bağlı olarak yerine getirmeleridir. Bu bir sistem sorunudur. Demokratik bir sistem içinde mi yaşayacağız, yoksa yarı askeri bir sistem içinde mi. Askeri sistem bize yaramıyor. Yakın tarihde yaşadıklarımız bunun en güzel kanıtı. Sakin olun komutanlar. Şimdi sükûnet zamanı...
Oral Çalışlar / Radikal, 17.2.2010 |
18.02.2010 |
Hakikatin D hali!
GENELKURMAY Başkanı da Deniz Kuvvetleri Komutanı da, “komutanlara suikast iddiası”na karşı konumlarını siper etti. Cevap “D” eliyle geldi. Mehmet Ali Birand “haber”i heyecanla sunarken “Dehşet planı” diyordu. “Ergenekon iddiaları”na en az itibar göstermiş “medya grubu” bir anda son sürat mesafe kat ediyordu! Ya “Doğan Grubu” da “yandaş medya” olarak kutsanmıştı... Ya da “hakikat” artık tutulamaz hale gelmiş, D de “daha medya” olmaya karar vermişti. Kesin olan şuydu: Birileri, “Hani nerede suikast” diye köpüren Genelkurmay Başkanı’nı, “O arkadaşlarım bana siper olurlar” diyen Deniz Kuvvetleri Komutanı’nı, “kendilerine en yandaş” sayılan D noktasından, hem de “film”le tekzip etti... Hem de, “Teğmenlerin evinde patlayıcı ve suikast notu bulunurken, teğmenler de oradaydı; askeri yetkililer de izledi” diyerek tekzip etti. Tabii “tekzip” fazlasıyla hafif bir kelime değilse! Bir tarafta “hakikat nedir” sorusu var... Bir tarafta “perde arkası”. Bir tarafta gerçekler var... Bir tarafta onların mekân(lama) ve zaman(lama) kurgusu! Denklemin şöyle olması gerekiyor: Birilerinin “servis” etmesi, “hakikat”i hakikat olmaktan çıkartır mı? “Hakikat”in varlığı, “servisçi”nin varlığını yok eder mi? Bir kısım, sadece “hakikat”in “servis edilen” kısmıyla ilgilenilsin istiyor... Bir kısım ise “hakikat”e kızıyor; sadece “servis”le ilgili! İşin en tuhafı: “Her şeyden haberimiz vardı” diyen Başbakan. “Haberdar” olduklarında yıllarca pek bir şey yapmadan “zaman” geçirmiş, dişini sıkmış, belki diş bilemiş; yaptıkları ise Şemdinli, Dolmabahçe gibi mutabakatlar üstünden “denge”, belki “paslaşmak”mış. Lav silahına “boru”, ıslak imzada “kâğıt parçası”, suikast iddiasında “hani nerede” diyen Genelkurmay Başkanı. En çok ortaya koyanlara kızıyor gibi ama, belki de hep “kızım sana söylüyorum” durumu. Önceki iki Genelkurmay Başkanı’nın yakınlarında belli ki “darbe heveslisi”ne mesafe almış; ama resmen açık tavır almıyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı, esasta durum ne olursa olsun, “50 bin kişilik küçük kuvvet” dediği sorumluluk alanında her halden sorumlu olmalı. Gömülü silahtan da, suikast iddiasından da, intihardan da, tutukludan da. Ama nedense, kendisine “suikast” iddiasını yargıdan önce, en duygusal ortamda, cenazelerde geçiştirmek istiyor. Oysa, ortada hiçbir bu nevi “iddianame” yokken bile, önceki iki Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın biri “yolsuzluk”tan Askeri Mahkeme’de mahkûm oldu; birinin “darbe günlükleri” ortaya çıktı. Yani “hastalıklar” dışarıdan zorla sokulmadı. Başbakan “servis”e bayılırken komutanlar “servis”e kızıp hakikatle çatışmayı tercih edebilir. Lakin kıssadan hisse şu: 1. Hakikatin, anında servisle de olsa, verdiği cevap komutanları mahcup etmeli; çünkü dikiş tutmuyor. 2. Servis furyası da, şimdi işine gelse bile, Başbakan’ı rahatsız etmeli. Belli ki başka yerlerde de dikiş tutmuyor! “D” operasyonundan anlaşılıyor ki, medyada artık karşı “taraf”ın da heyecanla “dehşet kaseti” yayınlayıp komutan tekzip etmesiyle, Ergenekon’un “tarafsız tescili” yoluna girildi. Aylarca hiç dehşete kapılmamış grup şimdi “buzdolabı” çözdü, “atlatma dehşet” veriyor. Yeni safha bu! Ergenekon’un yok denen suikast iddianamesi D’den! İster “D-ergenekon” deyin; ister “Ergenekon-D”: Hakikatin D’li geçmişi. Sıralama hep şöyledir zaten: Önce, her şeyden önce, nasıl ortaya çıkarsa çıksın, ille de hakikat... Sonra da, daha sonra bile olsa, asla unutmayın, servis mercileri!
Umur Talu / Habertürk, 17.2.2010 |
18.02.2010 |
Artık yeni bir yaklaşım gerekiyor
Her şey 27 Nisan 2007 muhtırasıyla değişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın tek başına yazdığı, TSK sitesine konan mesaj, AKP’ye oy verilmemesini istiyordu. Oysa, tam tersi sonuç alındı. 2007 genel seçimlerinde AKP, oy oranını rekor düzeyde yüzde 47’ye çıkardı. Türk siyasetindeki, asker-sivil dengesindeki dönüm noktası, hem bu seçimlerin sonucu, hem de yüzde 47 oy almış bir partinin kapatılmaktan kıl payıyla kurtulmasıyla yaşandı. TSK, hem siyasetteki gücünü, hem de kamuoyundaki dokunulmazlığını kaybetme sürecine girdi. Askerin saygınlık ve prestij erozyonu Ergenekon soruşturmasıyla artmaya başladı. Ardı ardına gelen iddialar, gözaltılar, iddianameler ve darbe iddialarıyla dolu senaryolar. Bu süreci tek başına, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ göğüsledi. Topraktan silah çıktı, medyayı topladı lav silahını gösterip yalanladı... Gözaltılar oldu, ıslak imza tartışması çıktı tepki gösterdi... Balyoz senaryosu patladı, demeçler ve konuşmalarla sesini yükseltti.
TSK, psikolojik savaşı kaybediyor Ancak, yaşananlar Org. Başbuğ’un dediği gibi, bir psikolojik savaş ise, TSK bu savaşı kaybediyor. Dışarıdan bakıldığında, Genelkurmay Başkanı’nın demeç ve konuşmalarla tepkilerinin artık etkili olmadığı sonucu çıkıyor. Eğer bu süreç değiştirilmek ve yeni bir başlangıç yapılmak isteniyorsa, TSK’nın söylemini ve tutumunu temelden değiştirmesi gerekiyor. Sert tepkiler, sözlü tehditler değil, kamuoyunu yeniden kazanacak somut adımlar gerekiyor. TSK’nın kurmayları kadar da bu değişimin nasıl ve ne olmasını hesaplayacak başkası yoktur. Sonunda belki de iddiaların küçük bir bölümü doğrulanacak ve büyük bölümü boş çıkacak. Ancak, sürekli sert tepki gösterilir, hiç somut adım atılmaz ve sadece içeriden belge sızmaması için önlemlerle yetinilirse, kamuoyu iddialardaki o küçük bölümü de affetmez. Bunun yerine, TSK kendi içindeki çürük elmaları ayıklamak üzere harekete geçer ve gerçekten de, kadrolarını değiştirir, değişen Türkiye’de kendilerinin de değiştiğini gösterirse, kamuoyunun kalbine yeniden taht kurabilir. Sevgi kalesine kavuşabilir. Bugünkü tutum, TSK’ya bir şey kazandırmaz. Aksine, kadrolarda gerilimi arttırır, siyasi iktidarlarla ve yargıyla sürtüşme getirir. Bu şekilde ne TARAF gazetesi susar, ne Ahmet Altan’ın ve medyanın sert eleştirileri durur, ne de iktidar ve yargı tutum değiştirir. Org. Başbuğ’un görev süresinin bitmesine sadece 6 ay var. Yukarıda sözünü ettiğimiz büyük değişimin kolay bir şey olmadığını biliyorum. İlker Paşa da, böylesine bir sorumluluğu almak istemeyebilir. Yeni Genelkurmay Başkanı’na bırakabilir veya giderken en güç işi üstlenir ve yükü Org. Işık Koşaner ile paylaşır. İşin bu yanı onlara kalmıştır. Alışacağız, hepimiz alışacağız... Hepimizin bilmesinde yarar olan bir gerçek var. O da, sivil-asker ilişkilerinin tekrar eskiye dönmeyeceğidir. Ak Parti iktidarı kaybetse, yeni yasalarla yargı askeri konuların dışına çıkarılsa dahi asker-sivil ilişkileri artık yeni bir sürece girmiştir. Eskisi gibi, bir açıklamayla politikacıya boyun eğdiren, politika oluşturan, iç ve dış politika mühendisliği yapan komutanlar dönemi kapandı. Asker de değişecek. (...) Ülkenin bölünmesine göz yummadan... Demokratik-laik sisteme inancını koruyarak... Değişecekler... Eleştirilere alışacaklar... Hesap vermeye alışacaklar... Siyaset mühendisliği yapmamaya alışacaklar... Bu arada bizler de bazı şeylere alışacağız. Örneğin, askerimizi kışkırtmaktan vazgeçmeye alışacağız... İşimize geldikçe ona şikayette bulunmamaya alışacağız... İktidara el koyabilmek için yardım istememeye alışacağız... Anlayacağınız, bu yolu birlikte yürümek zorundayız. Sadece askeri suçlayarak, sadece onları sorumlu görerek bir yere varamayız. Bu değişim sürecini iyi yönetemez ve hoyratça davranırsak, TSK’yı kaybederiz. Pakistan ordusunun nereden nereye geldiğini düşünün. Son derece disiplinli bir ordu, bugün paramparça. Kurum parçalanınca, ülke de istikrarsızlaşıyor. Hep beraber dikkatli davranmamız, yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor. Yanlış mı düşünüyorum?
Mehmet Ali Birand Posta, 17.2.2010 |
18.02.2010 |