Faruk ÇAKIR |
|
Nasıl yani? |
Gündemlerin çok çabuk değiştiği Türkiye’de yaşananlara doğru teşhis koymak; inanın ki ‘kanser’e teşhis koymaktan çok daha zordur. Böyle olmakla birlikte ‘teşhis koyduğunu ilân eden’ler de çoktur. Fakat bu teşhislerin ‘Ne kadarı doğru?”, o ayrı bir mesele... Şimdilik son gündem maddesi, yargıdaki tartışmalar. Yaşananlara doğru teşhis koymak elbette kolay değil. Bir savcının yaptığını başka bir savcı, o olmazsa bir ‘üst kurul’ bozabiliyor. Hediseleri medya gözüyle takip eden vatandaşın ne düşündüğünü tahmin edin. Aslında bu çıkmazı, günlük tartışmaları değil de temel meseleleri tartışarak aşabiliriz. Herkes biliyor ki bu yanlış uygulamaların temelinde doğrudan olmasa da yürürlükteki 12 Eylül ihtilâl anayasası var. Fakat yine biliyoruz ki, isimlerin ve resimlerin değişmesiyle hakikat değişmez. Yani, 12 Eylül ihtilâl anayasası kâğıt üzerinde değişse ve teknik olarak yeni ve sivil bir anayasa yapılsa bile problemler sona ermeyebilir. Bu tesbitlerimiz, “Yeni anayasa yapılmasın, ihtilâl anayasasının hükümranlığı devam etsin” diye anlaşılmamalı. Dikkat çekmek istediğimiz konu, dönüp dolaşıp ‘insan’a odaklanmak gerektiğini hatırlatmaktır. Çok güzel kanun maddelerini keyfî olarak yorumlayan ve yanlış icraatlara imza atan ‘insan’lar olmuştur. Şöyle düşünelim: 1924-28 tarihleri arasında “Devletin dini İslâmdır” ibaresi anayasada yer almıştır. Buna rağmen farklı icraatlara imza atılmış ve neticede bu ibare 1928’de anayasadan çıkartılmıştır. Yıllardan beri; gerek anayasa ve gerekse yargı konusunda reformlar yapılması gerektiği dile getiriliyor. Hükümet de, muhalefet de zaman zaman benzer sıkıntıları dile getiriyor. Fakat iş bu sözleri icra safhasına koymaya gelince, araya çeşitli maniler çıkıyor ve müsbet adımlar engelleniyor. Aynı şekilde Avrupa Birliği yolunda adım atıldıkça bazı sıkıntıların sona ereceği ve insanlarımızın daha hür ve daha âdil bir yönetime kavuşacağı biliniyor. Bu adımlar da çeşitli mahfillerce engelleniyor. Peki, bütün bu müsbet adımları kimler ve neye dayanarak engelliyor? Asıl düşünülmesi ve teşhis konulması gereken hastalık bu değil mi? Amiyâne tâbiriyle ‘boya-badana işleri’nden vazgeçip, temel konularla ilgilenmeyen hükümetlerin Türkiye’yi arzu edilen noktalara ulaştırması mümkün mü? Zaman zaman ifade etmeye çalışıyoruz: Yollara asfalt dökmek mi önemli, yoksa bu temel meseleleri halletmek mi? Enflasyonu bir puan düşürmek mi önemli, yoksa yargıyı âdil bir çizgiye çekmek mi? Tamam, enflasyon da düşsün, yollar da asfaltlansın; ama temel konular ihmal edilmesin. Türkiye’nin ufkunu karartan ve yürüyüşünü engelleyenin Kemalizm olduğunu bilelim. Türkiye’ye dışarıdan bakan uzmanların bunları görmesi her halde daha kolay oluyor ki, zaman zaman bunu ifade ediyorlar. Nitekim, dönemin Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Arie Oostlander, “Kemalizm AB’ye engel” demişti. (Yeni Asya, 26 Eylül 2007) Türkiye’yi idare edenler ve sıkıntılara teşhis koymak isteyenler bu gerçeği görmez ve ‘boya-badana işleri’ gibi şeylerle uğraşmaya devam ederlerse problemler derinleşir ve içinden çıkılmaz hâl alır. Bu günlerde yaşanan tartışmalar biraz da bu pencereden bakılarak değerlendirilse kötü mü olur?
18.02.2010 E-Posta: [email protected] |