Faruk ÇAKIR |
|
Muktedir olmak için |
Doğruları, seksen defa dahi olsa tekrarlamakta fayda var: Türkiye’de siyasetçiye ayrılan ‘meydan’ dar bırakılmıştır! Tabiî ki bu durum bu günün değil, neredeyse son yüz yılın problemidir. 1950’ye kadar devam eden “Tek parti/ CHP” devrini bir yana bırakırsak; çok partili siyasî hayata geçildikten sonra da bu alan genişletilmemiş, aksine ‘meydan’ın çevresi darbelerle örülmeye çalışılmıştır. Hadiseye bu pencereden bakınca; “Şu siyasetçi başarılı, şu siyasetçi başarısız” kavgasını yapmaya bile değmediği anlaşılır. Hangi siyasetçi bu ‘meydan’ın çevresine örülen ‘darbe duvarları’nı yıkmaya çalışırsa iyi yapar, doğru adım atmış olur. Hemen ifade edelim ki, bu bir tesbittir ve siyasetçiye yakışan da bu durumu tersine çevirmeye çalışmaktır. Yoksa, “Ne de olsa siyasetçinin ‘meydan’ı dar bırakılmış, o halde ben bu ‘meydan’da bana müsaade edildiği kadar hareket edeyim” diyemez, dememeli. Maalesef, Türkiye’yi idare etmeye talip bazı siyasetçiler bu hataya düşüyor. “İş yapmak istiyoruz, ama elimiz kolumuz bağlı, ‘meydan’ınımız dar” sözleri ‘tesbit’ olarak doğru olmakla birlikte aynı zamanda bir çaresizliğin işareti sayılmalı. Siyasete atılan herkes bu durumu en başta bilmeli ve siyasetçilere ayrılan ‘meydan’ı genişletmeye gayret sarf etmeli. Bunu yapmaya talip olmayanların siyaset meydanına çıkmalarına ihtiyaç yok. Türkiye’nin bu konuda ciddî sıkıntılar yaşadığı, siyasetçiye hareket alanı bırakılmadığı ve bürokratik engellerle ellerinin kollarının bağlanmaya çalışıldığını inkâr ediyor değiliz. Bunu bilmekle birlikte, bu uygulamaya itiraz ediyoruz ve siyasetçilerin daha cesur, daha dirayetli ve daha kararlı olmalarını istiyoruz. Çünkü bu durumu bilerek ve değiştirmeye talip olarak siyaset meydanına atıldıklarını varsayıyoruz. “Biz durumun bu kadar vahim olduğunu bilmiyorduk, iktidar koltuğuna oturunca anladık” diyenler varsa, onlara “Siz Türkiye’de yaşamıyor muydunuz?” sorusu sorulur. İyi kötü her siyasetçi bir ‘muhalefet’ süreci yaşadıktan sonra iktidara geldiğine göre, “Biz bilmiyorduk” deme hakkına sahip olamazlar. Bir kaç gün önce Show TV’de yayınlanan ‘’Siyaset Meydanı-Başbakan ile Özel’’ adlı programa katılan Başbakan Erdoğan, ‘’İktidar olmakla muktedir olmak aynı şey değil, değil mi?’’ diye soran gazeteciye ‘’Farklı şeyler, evet’’ karşılığını vermiş. Elbette bu tesbite itiraz edilmez. Fakat seçim meydanlarında milletten ‘yetki’ isteyen siyasetçiler sadece ‘iktidar’ olmak değil, ‘muktedir’ olmak durumunda. Hem, ‘tek başına iş başına’ gelen bir iktidar da ‘muktedir’ olamayacaksa Türkiye nasıl bu badireleri aşabilecek? Herkes biliyor ki iktidarlar ‘muktedir’ olma iddiasıyla bu yola giriyor. ‘Muktedir’ olamayan iktidarların Türkiye’nin problemlerini çözme imkânları da ortadan kalkar. O zaman ne yapmalı? Gerekiyorsa ‘bedel’ ödemeyi de göze alarak ‘muktedir’ olmaya çalışılmalı. Yine de engelleniyorsa o halde milletten alınan ‘yetki’ yine millete iade edilmeli. Hem ‘muktedir olamadık’ deyip, hem de ‘hiçbir şey olmuyormuş gibi’ davranmak mümkün değil. Hükümetin bir vazifesi de ‘bildiği şeyler’i halka açıklamak ve varsa elini kolunu bağlayanları ifşa etmek olmalıdır. Türkiye’nin problemlerini; sözde değil özde ‘muktedir’ bir iktidar çözebilir vesselâm... 15.02.2010 E-Posta: [email protected] |