15 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Namaz aşkımızın adı olsun…

Ne çok aşklar yaşadı kalbimiz, ne çok şeyler sevdi. Koştu, koştu dünya hanında da ne çok mutluluklar aradı. Huzuru, neşeyi, ferahı bulmak için ne çok yollar aradı aklımız. Ne de çok diyarlar dolaştı kalbimiz. Ellerimiz ne ulaşılmaz mutlulukların dallarına uzattı ellerini. Ne kadar dolaştıysa da mutlu olmadı insan, şu fânî aşklarla, sevgililerle, geçici lezzetlerle mutlu olamadı bir türlü. Kanamadı doya doya huzura.

Mutluluğa doğru zıpladı zıpladı, ama bir türlü ruha huzur, yüzümüze neşe veren o ebedî mutluluğu, huzuru yakalayamadı. Arzuladı ve lâkin sevdiklerinin fânî olduğunu görünce nasıl da aldandığının farkına vardı.

Fark edemedi insan, mutluluğun bir çiçek kadar yanı başımızda, bir ağaç gibi karşımızda, bir çocuk gibi elimizin altında ve duâlar gibi elimizde, avucumuzda olduğunu. Ne yazıktır ki anlamadı, anlayamadı.

İçindeki ucu bucağı olmayan sonsuz duygularla işte insan nedense çoğu zaman fânîlerin, fânîliğin peşine takıldı. Ve yine, yine aldandı. Evet, fânî idik. Bu doğru idi. Ancak fânîde kalmamalı idik. Zira fânîler ile mutlu değildik. Bâkî sevgilimiz, bizi ebedî bir huzura taşıyacak bir aşkımız olmalı idi. Bâkî bir dostumuz olmalı idi. Fânîliklerimize merhem olmalı idi. Gündelik kaygılarımıza dur deyip bize huzur vermeli idi. Bizi hüzünlerden alıp kalbimize ümit, yüzümüze neşe olmalı idi. Bir dost kadar yakın ve tesellici olmalı idi.

İşte namaz, bizim şu fânî dünyada baki dostumuz idi. Hüzünler içinde neşemiz, endişelerimizin tesellicisi idi. İşte namaz yüzümüzü, kalbimizi güldüren müjde idi. İşte namaz fânî arkadaşa bâkî aş idi. Tesellici idi namaz. Ulaşamadığımız mutlulukların bir gün ebediyen bizimle olacağını hatırlatan ebedî bir teselli idi. Ve bu mutluluklara ulaşacağımız bilgisiyle neşemiz idi. Huzurumuz namaz, durulduğumuz, sükûnete erdiğimiz vâdi idi. Gündelik kaygılar içinden bizi alan bitmeyen bir huzur, bir gündemdi.

Seccade bütün yorgunluklarımızı içine çeken ve bize ebedî huzuru aşılayan bir huzur ırmağıydı. Secde, ebediyetle karşı karşıya gelişin en güzel resmi idi. Ve bizim günün köşe taşlarında bekleyen en güzel dostumuz ve sevgilimiz idi. Ve en güzel aşkımız idi.

Evet, en sevgilimiz olmalı idi namaz. Bizi ebedî bir nazarla seven bâkî sevgilimize yakın olmanın, yakın olmaktan hâsıl olan sevginin içimize verdiği aşk, şevk olmalı idi namaz. Günde en az beş defa buluşmalı idik onunla. Ve onunla buluşmanın heyecanını taşımalıydık günde en az beş defa. Onun için süslenmeli, temizlenmeli idik. Onun bizi her hâlimizle kabul edeceğini umarak. Ve anlatmalı idik şiirlerde, yârimiz olmalı idi. Filmin en güzel sahnesi, bestenin en güzel nakarâtı namaz olmalı idi. Gündemlerimizin biriciği olmalı idi.

Evet, gelin! Namaz aşkımızın adı olsun. Sevgilimiz, sevenimiz olsun namaz. Beklediğimiz, beklenenimiz olsun namaz. Ve sevsin bizi bir anne kucağı gibi alsın koynuna sevsin, sevsin, sevsin. İçimize huzur, kalbimize aşk dolsun. Ve aşkımızın adı namaz olsun.

CİHAN CAMBAZ [email protected]

15.02.2010


Yahşi Batı Avatar’ı geçer!

Cem Yılmaz; şu anda güldürü ustası olarak anılıyor. Mizah deyince bu adam dilere pelesenk gibi yapışıyor. Bazılarına göre biraz gülmek, rahatlamak, tırlatmak için filmlerine gidilmesi gerekiyormuş. Mübarek! Sanki güldürü makinesi. Bu günlerde gösterime giren yeni filmi; ‘Yahşi Batı’nın boy boy reklâm ve afişlerini görünce ‘’Her halde kallavi bi film’’ diye düşünmeye başladım. Bi de kovboy elbiseleri falan. Hani kaç yıl oldu bir kovboylu Türk filmi izlemeyeli? Aslında fena halde iştahımı kabartı. İlginç kostümler ve işin iç yüzünü göstermeyen fragman da ayrıyeten bana cazibeli geldi. İlk önce beni filmin galasına falan dâvet ederler diye düşündüm. Ben de bi telâş peyda oldu ki sormayın! Ama fena yanılmışım. ‘’Gel’’ diyen olmadı. Benim gibi böyle engin bi film eleştirmenini dâvet etmemeleri onların zararınadır! Aha şuraya yazıyorum. En baştan söyleyeyim; ‘’Cem Yılmaz’dır ne yapsa yeridir’’ diyenlerden değilim.

“Gora” az şekerliydi, ama “Arog” tam mânâsıyla hayal kırıklığına uğrattı seyirci kitlesini. ‘’Bu film kesin bu balyozlu günde fena halde güldürür ve Bahçeli’nin tehditvari söylemini unutturur’’ umuduyla yola koyuldum. Bu defa maddî durumumuz Tekel işçilerinkinden daha vahametli olduğundan, “İstanbul’da en ucuz sinema salonu nerde var?” diye karınca gibi, Kemal Emre aramaya koyuldu. Yoğun uğraşlar sonucunda 6 TL olan bi sinema buldu, ama o da elin köründeydi. Diğer sefer fena halde mağdur edildiğim için tereddüt etmeden ‘kabul’ dedim. Bileti almak için hemen öğrenci kimliğimi çıkardım hani diğer sefer unutmuş olduğumdan haşmetli paralar ödemiştim ya. Kadın bana tuhaf tuhaf baktı. Ben de birden afalladım ama sonunda burada gerek olmadığını anladım. Bi yirmi dakika vardı filmin başlamasına. Tabi, her zamanki gibi Kemal’in yine oyuncak sevdası tuttu. Bizi oyuncakçıda öylece oyaladı. Salona girdiğimizde sanki bizim evin salonuna girmiş gibi zannettim, çünkü haddinden fazla küçüktü. Küçük bebeler için yapıldığı gözlerden kaçmıyordu. İki kişi bi koltuğa sıkışıp, kaldık. Kemal biraz kilolu ya, ben o koltukta silindir gibi oldum. Artık film izleme telâşı içine girdik. Ancak ne yalan söyleyeyim ilk 30 dk. salonda bırakın gülmeyi, adam bize tebessüm bile ettirmedi. Bir anda kendimden şüphelenmeye başladım, acaba ben gülmeye Fransız kalmışım onun için mi gülmüyorum? Bu şüphem etrafıma bakınca yersiz çıktı çünkü çıt yoktu salonda.

Tabiî, Kemal hariç o boyuna güldü. Neye güldüğünü ben bile kestiremedim. Gülümsediğim yer Cem Yılmaz ve Ozan Güven’in Demet Evgar’la ilk karşılaştıkları yerde Osmanlı’daki karakterlerin taklitlerini yaptıkları sahneydi. Ancak bol bol küfür vardı artık mizah anlayışını sırf küfür üzerine bina etmekten kaçınalım. Bol küfür çok gülelim anlamına gelmiyor. Bide boyuna kola’yla adamları uyutmaları, saçmalığın daniskasıydı. Bu reklâm karşılığında ne kadar para “indire gandi” yaptıkları da başka mevzu. İkide bir yanlarına gelen adamın ‘’Bu fırtına öncesi sessizliktir’’ demesine tam mânâsıyla kıl oldum. Hiç komik değildi. Arog’taki futbol müsabakası bu filmde güreşlere bırakmıştı yerini. İlk yarı fiyaskoyla sonuçlandı. Filmin ikinci yarısı Kızılderili sahneleriydi. ‘’Haaa tamam, Cem Yılmaz burada bizi güldürmekten iğne, ipliğe çevirir’’ dedim. Film ilerlerdi, ama cin şişeden bi türlü çıkmadı. Sonunda film son buldu.

Yani uzun lâfın kısası paranıza, zamanınıza yazık olacak gitmeniz. Neyse filmden çıktık baktım herkeste surat beş karış, tebessüm yok, sanki herkes harpten çıkmış. Benim vaziyete pek berkemal değildi hani, “Verdiğim paraya mı acıyayım, giden zamana mı?” diye düşünüyordum. Bu darbeli senaryolardan sıyrılıp azıcık gülelim dedik, ama taziyeye gitmiş kadar olduk. ‘’Yiğidi öldür ama hakkını yeme’’ diyeceğim karakter de yoktu ne yazık ki. Kalkıp Avatar’ın dev bütçesiyle karşılaştıracak değilim, kadro güçlü ve sağlamdı. Hikâye güzeldi, işte bu hikâye; Cem Yılmaz’ın o çok cımbızlatıp, güldüren esprileriyle harmanlansaydı çok güzel olacaktı. Bu sayede belki Avatar’ı bile geçecekti! Ne de olsa umut bu yaa.

Evet, gelecekte Cem Yılmaz’dan Avatar tarzında bi film bekliyorum. Emeğe saygım var ve hakikaten bu filmde çok emek harcanılmış.

ÇETİN KASKA [email protected]

15.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl