Faruk ÇAKIR |
|
“Tuzak”ların farkına varmak için bir asır mı geçmeli? |
Türkiye’nin önünü tıkamak ve ufkunu karartmak için gerçekleştirilen cinayetlerden biri de gazeteci Çetin Emeç’in katledilmesiydi. Cinayetin üzerinden 20 yıl geçtiği halde bu cinayet hâlâ aydınlatılabilmiş değil. Çetin Emeç’in eşi, cinayetin çözülmek istenmediğini söyleyip şöyle demiş: “Gerçeklerle yüzleşmek istemedim.” Konu ile ilgili olarak ilk defa konuşan Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç, bu güne kadar niçin konuşmadığını şu sözlerle açıklamış: “Konuşmadım çünkü bıktırma siyaseti yaptılar. Usandırma politikası güttüler. Ve başarılı oldular. ‘Çözmesinler, istemiyorum’ dedirttiler. En acılı günlerimde, geliyorlardı, anlattırıyorlardı, gidiyorlardı. Sonra bir başkası geliyordu, sonra bir başkası. ‘Ya ben bunları anlattım diyordum’, ‘Dosya boş, ifadeler yok edilmiş. Baştan yapacağız’ diyorlardı. Kaç kere kayboldu ifadeler, kaç kere. Defalarca soruşturmayı yürüten terörle mücadelenin başındaki kişi değişti. Çok ağırıma gitti bu olanlar. Nasıl kaybolur ifadeler? Asıl, Çetin’in arabasında yanında olan çantasından sonraki gün yazacağı yazı kayboldu. O yazıda ne vardı, merak ediyorum.” (Vatan, 14 Şubat 2010) Belki de diğer cinayetlere de ışık tutabilecek asıl ‘itiraf’ şu noktada düğümleniyor: “Katilin bulunması çok önemli değil. Yakalanan katilin de gerçek olduğunu düşünmüyorum. Tetikçiyi yakaladılar güya. O çocuk cezaevinde evlendirildi. Hrant’ınki de aynı oldu ya. Evlendi. Nasıl oluyor anlamıyorum. Gerisinde kim var bu işlerin hâlâ çözülmedi. Çözülse de ne olacak ki artık onu da bilmiyorum gerçi. Sürekli dinle ilgili tehdit aldığımız için hep ‘İran’ dedik, ‘Dinciler’ dedik. Çünkü ben Atatürkçü, orduyu seven, vatanperver bir kadınım. O yüzden daha devletime hiç kızmadım ben. Başka gerçeklerle yüzleşmek istemedim. O yüzden hep İran demek işime geldi sanırım. İran’ın yaptığına inanmak istedim.” (agg.) Çetin Emeç, 7 Mart 1990’da Suadiye’deki evinin önünde uğradığı silâhlı saldırı sonucu katledilmişti. O tarihlerde başta Hürriyet olmak üzere ‘meşhur’ gazetelerin cinayete yaklaşımı tamanen ‘irticaî’ pencereden bakış şeklindeydi. Katiller yakalanmadan medya suçluları ilân etmişti bile: Dinciler! Emeç’in eşinin “Gerçeklerle yüzleşmek istemedim” demesi bundan. Çünkü gerçekler çok farklıydı, benzer bütün cinayetlerde olduğu gibi... Emeç’in hanımının şu sözleri de dikkat çekici: “Dinimle ayakta kaldım. Allah’a sığınarak. Ben her sabah şükür namazı kılarım. Hâlâ da kılarım.” Bilge Emeç’in çizdiği Çetin Emeç portresi de bilmediğimiz türden: “(Çetin Emeç) Mutlaka çıkmadan duâsını okurdu. Kıbleye karşı durur, ellerini açar duâsını yapardı. Kimseye göstermeden ama. Çocukların odasına girer, kapıyı kapatırdı. (Sordunuz mu hiç ne diyormuş duâsında, ne duâsı ediyormuş?) Sormadım çünkü ben de beş vakit namaz kılan biriyim. Her zaman kılardım gençliğimden beri. (...) Çetin’den de evvel kılardım.” Allah göstermesin, böyle hadiseler sonrasında ‘patron’ların davranışı da çok önemli. Bu konuda da iyi imtihan verilmediği anlaşılıyor: “Erol Bey’e sevgimiz ve saygımız çok büyüktü. Ama hadisede o kadar ayıp etti ki, öyle bir vefasızlık yaptı ki, anlamak mümkün değil. Suikasti unutturma politikası yaptılar resmen. Onu bırak, aramadı bile. Ne ilk gün ne geçen 20 senede bir kez. Bir gün hatırımızı sormadı. Yok oldu ortadan.” Cinayetten uzun bir süre sonra yakalanan ‘katiller’in gerçek katiller oldukları noktasında Emeç’in eşinin de şüpheri var. Keşke, gerçekleri itiraf etmek için yıllarca beklenmese... 16.02.2010 E-Posta: [email protected] |