Nurullah AKAY |
|
Fitne ve fesat nereye kadar? |
Birer insan olmamıza rağmen insanların bu dünya hayatına verdikleri zararın ve ziyanın farkındayız. Biliyoruz ki hemcinslerimiz insanların fitne ve fesatları olmasaydı güzellikler çirkinlikleri bastırır, dünya çok daha huzurlu bir ülke olurdu. Ama insanlar fitne ve fesatlardan kendilerini arındıramamaktadır ne yazık ki... Diğer taraftan ise, insanların dışındaki varlıklarda fitne ve fesat emareleri görülmemekte, bozgunculuk onların kitabında bulunmamaktadır. Kâinat, en güzel mahlûk olan insan için yaratılmasına rağmen, bir kısım insanlar bu büyük değer verilişin hikmetini bilmemekte ve sorumsuzluklarıyla kendilerini yeryüzündeki bütün varlıklardan daha kıymetsiz bir hâle getirmektedirler. Bu durum ilk bakışta vicdanlarda büyük eziklikler meydana getirmektedir. Diğer varlıklardan farklı olan düşünce melekemizi devreye soktuğumuz zaman karşımızda hayatın gerçekleri daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Kâinatın Yaratıcısı olan Rabb-i Rahim yaratılış âleminde her şeyi en mükemmel bir adaletle idare etmektedir. Kudreti nihayetsiz Yaratıcı başta insan olarak, yaratılan bütün mahlûkatta çok hikmetler yerleştirmiştir. Meselâ Resuller ve kitaplarla insanlara emredilenlerde ve nehyedilenlerde en ufak bir adaletsizlik ve hikmetsizlik bulunmamaktadır. Âlemlerin Rabbinin yapılmasını emrettiği fiillerin bu dünya hayatında da insan ve diğer varlıklara büyük faydaları bulunmaktadır. Yasaklanan hareket ve davranışların da varlıkların dünya hayatına büyük zararları vardır. İmtihanı kazanmanın kolay olmaması gereği olarak bir kısım insanlar yolunu şaşırmakta, hem kendi hayatlarına hem de diğer varlıkların dünya hayatına büyük zararlar vermektedirler. Böylece bir kısım insanlar kendilerine verilen değerin farkına vararak kendisine yakışır bir hayat yaşamaya çalışmakta, bir kısım da farkında olmamanın sonucunda insan olmanın manevî zenginliğinden gittikçe uzaklaşmaktadır. Bu durumu imtihan gerçeğinden başka bir şey izah edememektedir. Hâlık-ı Kâinat insana verdiği büyük değerin karşılığını istiyor. Tanınmak, şükredilmek istiyor. İnsana verdiği mükemmel duygularla, kendisinin Kadir-i Mutlak olduğunu anlamasını istiyor. İnsanın, acizliğinin ve fakirliğinin farkına varmasını ve sadece bir kul olduğunu bilmesini istiyor. Dünyamızda meydana gelen ve aklı başında olan insanları hayrette bırakan hadiselere baktığımız zaman başka ne düşünebiliriz ki? Üstesinden gelmekte aciz olduğumuz problemlerin halli başka hangi anlayışla mümkün olabilir? Yaratılışın sırrını anlamak istemeyenler, Kâinatın Sultanını tanımak istemeyenler önlerinde yığınla duran problemlerini çözemediler ve çözemeyecekler şüphesiz. Ama insan merkezli dünya hayatının yaratılış sırrını Kâinatın Yaratıcısı olan Rabbimizi bulmakla çözdüğümüzde, imtihan gerçeğiyle yüzleşiyor, ipleri Kâinatın Rabbinin elinde olan olaylardan dolayı sakinleşme sürecine giriyoruz. Aksi takdirde olaylar insanın ruh, akıl ve kalp gibi önemli duygu merkezlerinde büyük tahribatlar meydana getirmektedir. Henüz bozulmamış bir insan fıtratında bilhassa insana karşı yapılan cinayetlerin anlamını bulabilmek mümkün olabilir mi? Olamaz elbette... İçinde iyilik ve kötülüğü ayrıştıran vicdan bulunan bir hayatta, yeryüzünde insanlar eliyle yapılan zulümlerin haklılığını ifade edebilmek de mümkün değildir. Yaratılışın insanî modundan henüz ayrılmamış hiçbir insanın yeryüzünde işlenen zulüm ve cinayetlerden hoşnut kalması ve azap duymaması mümkün değildir. Şeytanî yönlendirmelerin etkisiyle fitne ve fesatlara âlet olanlar bile yaptıklarını vicdanlarına kabul ettirmekte büyük zorluklar çekerler. Bozgunculuğa, fitne ve fesatlara bulaşanlar ya vicdanlarını günah kirleriyle ses çıkaramaz bir hâle getirecek veya vicdandan yükselen ikâz sesleriyle kendine gelmek zorunda kalacaklardır. Bu sebeple biz insanlar gerçekten çok ciddî, kazanmak veya kaybetmek problemleriyle karşı karşıyayız...
23.02.2010 E-Posta: [email protected] |