Recep TAŞCI |
|
Herkes gider Mersin’e... |
Ekonomiden önce ülkeyi çalkalayan son gelişmelerle ilgili bizim de söyleyecek bir kaç sözümüz olacak. Şaşkınız. İlkler yaşanıyor. Üst, ast rütbeli muvazzaf askerler tutuklanıyor. Serbest bırakılıyor. İtiraz üzerine tekrar içeri alınıyor. Amiraller, generaller saatlerce savcının huzurunda ifade veriyorlar. Ordu komutanı şüpheli sıfatıyla savcılığa çağrılıyor, dâvete icap etmeyince çağrı yenileniyor. Suçlamalar, iddialar vahim. Terör üyesi olmak. Suikast düzenlemek. Sonra da görevlerinin başında, binlerce askere komutanlık etmeye devam ediyorlar. Bir terslik yok mu? Genelkurmay Başkanı, “Sabrımızı taşırmayın” diyor. “Taşarsa ne olur?” sorusu zihinleri kurcalıyor. En son şok haber; Savcı bir başsavcının evinde ve makam odasında arama yapıyor, başsavcı “Terör örgütüne üye” iddiasıyla tutuklanıyor. HSYK ise; arama yapan savcının yetkisini kaldırıyor, tutuklama emri veren mahkeme hakkında inceleme başlatıyor. İktidar ile yüksek yargı çatışıyor, karşılıklı ağır suçlamalar adalet mekanizmasına zarar veriyor. Ortalık yangın yerine dönmüş. Kimisi olup biteni, “demokratikleşme” sancıları olarak değerlendirirken kimisi, “totaliterleşme”ye gidiş diye nitelendiriyor. Zaman en iyi yargıç. Ancak bu arada devletin çivisi de çıkmamalı. Bunun için operasyonlar inandırıcı olmalı, vicdanlar sızlamamalı, halkın desteğini kazanmalı, adalete gölge düşmemeli. Adil yargılanma temel haktır, gün gelir herkes kullanmak zorunda kalabilir, kimse mevcut konumuna güvenmesin. Öncelikle yargı sistemi kökten düzeltilmeli. Ve siyasetçiler de savcı, avukat rolüne soyunmaktan vazgeçmeli. Ortamı germemeli. Özellikle de iktidar. Ne yazık ki tansiyonu yükseltmek için ellerinden geleni esirgemiyorlar. Demokrasinin temel şartı, konuşabilmek ve uzlaşmaktır. Konuşmak... İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasıf. Biz de zor oluyor. Gözler çakmak çakmak. Ağızlardan alev fışkırıyor. Polemik, demagoji, hakaret, tehdit küfür bini bir para. Bıraksak, birbirlerini bir kaşık suda boğacaklar. Geçenlerde o da oldu. Sille tokat giriştiler. Manzarayı çoluk çocuk TV kanallarından tekrar tekrar ibretle izledik. Siyaset çözüm üretmektir. İpe sapa gelmeyen sebeplerle kavga etmek değildir. Çözüm bekleyen dağlar kadar sorun varken enerjimizi ve zamanımızı boşa harcayacak lüksümüz olamaz. Bereket halk akl-ı selim sahibi de vekillerine uymuyor, 1980 öncesi gibi iç barış bozulmuyor. Ya da vatandaş hayat pahalılığı ve işsizlikle boğuşmaktan kavgaya vakit bulamıyor. Bu bağlamda son üç aydır fiyatlarda hareketlenme gözlendiğini belirtmeliyiz. Bilindiği gibi Ocak ayında TÜFE yüzde 8,19’e çıktı. Aylık artış 1,85’i buldu. Memur ve emekliye verilen zam böylece bir ayda eridi. 2009 Ekim’inde enflasyon yüzde 5,08 idi. Bu rakamı baz alırsak 3,11 puanlık bir artış. Pek çok ülkenin yıllık artışı. Yüksek. Sebebi zam ve vergi. Bütçe açığını kapatmak için her zaman olduğu gibi yine kolay yol seçiliyor, eskimeyen acı reçete uygulanıyor, halk eziliyor. Doğalgaza, elektriğe, petrol ürünlerine zam... Sigara, alkollü içkiler ve akaryakıt üzerindeki dolaylı vergilerde artış. Buna rağmen Ocak ayı bütçe açığı 3 milyar TL’yi geçti. Ayrıca ekonominin toparlanması da gecikiyor. Çünkü talep bastırılıyor. Halbuki bütün ülkeler krizden çıkmak için talebi canlandırıcı tedbirlere başvuruyor. Bunun için vergiler indiriliyor, harcama çekleri veriliyor, bankalar ve zenginler vergilendiriliyor. Biz de ise tam tersi, halka yükleniliyor. Yani... Herkes Mersin’e giderken biz tersine gidiyoruz. Enflasyonda çift haneli rakamları görür müyüz? Kısa vadede beklenmiyor. Zira halkın cebinde para yok. Olan da yarınından endişeli, temkinli, harcamasını kısıyor, talep düşüyor. Kasım ayı işsizlik rakamları da bu süreci olumsuz etkiliyor. Neticede yoksulluk, işsizlik ve güvensizlik enflasyonu frenliyor. Tuhaf bir çelişki. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Enflasyonu azdırmadan halkın refah seviyesini yükseltmek. İşte bütün mesele bu. Ağız dalaşını, kavgayı, dövüşü, yargıya müdahaleyi bırakalım da gerçek gündeme dönelim.
22.02.2010 E-Posta: [email protected] |