20 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Kod adı, ‘Ankara’

ANKARA işte böyle bir yer. Hukuku hukukçuların iğfal ettiği, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya açıkça aykırı kararlar verdiği, bir başsavcının parti kapatmak için pusuda beklediği, ordu komutanının iki güne bir siyasal demeç verdiği bir ülkenin, zihniyetin, yapının ‘kod adı’dır Ankara.

Ankara’nın oligarkları tahminlerinizin ötesinde güçlü. Güçleri sadece hukuk, vicdan ve akıl tanımazlıklarından kaynaklanmıyor; ellerinde kapı gibi 12 Eylül anayasası ve kurumları var.

Bu ‘Ankara kapanı’ndan çıkış tek başına AK Parti’nin üstesinden gelebilecek türden bir iş değil. Hatta, yargı-ordu-bürokrasi oligarşisinden sadece ‘iç dinamikler’le demokrasi ve hukuk devleti çıkarmak da zor. Yüz yıllık yakın tarih bunun kanıtı. Sovyet komünizmi bile çöktü ama ‘Ankara rejimi’ hâlâ ayakta.

2007’ye kadar neredeyse tek başına anayasayı değiştirebilecek bir Meclis çoğunluğuna sahipti AK Parti. Ne oldu? Salt çoğunluğun yettiği cumhurbaşkanı seçimlerini bile yaptırmadılar önce. 22 Temmuz’da halkın neredeyse yarısının oyunu alarak geldi AK Parti ama, yeni anayasa dedi, yapamadı. Olmadı, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerini değiştirelim dedi, Anayasa Mahkemesi iptal etti, hatta her tür anayasa değişikliğinin önünü kapattı, milli iradeye ipotek koydu. Kapatma davasına muhatap oldu, laiklik karşıtı eylemlerin odağı ilan edildi. Katsayı Danıştay’dan döndü, açılım AK Parti’nin boğazında düğümlendi...

Bu ülkeyi ‘Ankara’dan yönetmek de dönüştürmek de kolay değil. İdeolojik ve kurumsal vesayet sanıldığından derin, güçlü ve acımasız. Safça bir iyimserliğin âlemi yok. Devletin ideolojik kimliğine yaslanan kurum ve kişi oligarşisi dönüştürülememiştir. Çünkü, oligarşiye iktidar veren ideolojik devletin anayasal, yasal ve kurumsal direkleri dimdik ayakta.

Mevcut yaklaşımlarla bu yasal ve kurumsal yapı değişmez. Anayasa, Siyasi Partiler Yasası, YÖK Yasası, Milli Eğitim Temel Kanunu, TSK İç Hizmetler Kanunu vs. oldukları yerde duruyor... İdeolojik ve bürokratik vesayetin organlarını saymıyorum; onlar da maaşallah yerli yerinde. İşte HSYK’nın kendi savcı ve hâkimlerine yaptığı hukuk dışı darbeyi önceki gün gördük. Adalet Bakanlığı, tepki gösterse de uyguladı bu hukuksuz kararı.

Kemalizm üzerinden iktidar üreten ve kullanan zümrelerle mücadele kolay değil. Yüz yıllık bir mesele bu. Türkiye’yi dünya ile bütünleştirmeden, dünyadan gelen bir dalgayla oligarkları sallamadan bu iş olmaz. 2005’e kadar panik haldeydi bunlar. Neden? Çünkü iktidarlarının hem yasal hem toplumsal ve küresel dayanaklarının sarsıldığını görmüşlerdi. O yüzden darbeler planlandı, operasyonlar yapıldı. Korkularının kaynağı da AB idi. AB’ye hızla entegre olan bir Türkiye’de ne ideolojik bir devletin ne de onun bürokratik vasilerinin yerinin olamayacağını biliyorlardı. Çomak sokmak için ne kadar uğraştıklarını biliyoruz. Kıbrıs’ı kullandılar, Denktaş’ı kullandılar, ama sonunda Rumların desteğiyle başardılar bunu. Kopenhag Kriterleri yerini ‘Ankara kriterleri’ne bırakınca da keyifleri yerine geldi. Ankara’yı onlar kadar kim bilebilirdi ki? Ankara’yı kuran onlardı zaten, sahibi de!

Uluslararası dinamikler olmaksızın ‘Ankara sultanları’nı yerinden oynatmak mümkün değil. HSYK krizinin ardından hükümet AB’yi hatırlamış görünüyor. AK Parti hükümeti Türkiye’yi hakikaten dönüştürmek niyetindeyse Ankara’daki ‘sanal iktidar’ oyunlarından kafasını kaldırıp AB sürecini yeniden canlandırmalı. Önüne gelen AK Partili AB’ye fırça atacağına, AB’yi dönüşümün itici gücü haline yeniden nasıl getireceğini düşünmeli.

Evet, Türkiye değişiyor kuşkusuz, ama süreci geri çevrilemez hale getirecek hukuksal ve kurumsal reformlar yapılmadan değişim tamamlanmış olmaz. Bu da ancak Türkiye’yi AB’ye demirlemekle olur. İçerideki ve dışarıdaki dirençlere aldırmadan, ufak pürüzlere takılmadan ‘vizyoner’ bir hamle için hâlâ geç değil.

Anlayın artık; ‘Ankara rejimi’ tek başına dönüştürülemez.

İhsan Dağı, Zaman, 19 Şubat 2010

20.02.2010


Bu yargıyla demokrasi olmaz

TÜRKİYE özellikle 28 Şubat’tan beri büyük bir altüst oluşun içinde. Sular bazen karışıyor, bazen durulur gibi oluyor.

Ama çalkantı bitmek bilmiyor.

Bu bir iktidar mücadelesi.

Özünde bir demokrasi kavgası.

‘Eski’yle ‘yeni’nin kapışması.

Yani çok karmaşık değil.

Basite indirgenebilir bir kavga...

Adına ister asker-sivil bürokrasi, ister asker-sivil oligarşi, ister bürokratik vesayet rejimi deyin, ‘atanmışlar’dan oluşan bu güç, seçilmişler karşısında iktidarın iplerini elinden bırakmak istemiyor.

Milletin oyuyla seçim sandığından çıkan sivil güçlere karşı, özellikle çok partili demokrasiye adım atıldığından beri derin bir kuşku ve güvensizlik besliyor.

Seçim sandığından çıkan gücün Türkiye’yi böleceğine, Türkiye’yi irtica düzenine götüreceğine inanıyor.

Kafayı buna takmış durumda.

Bu nedenle, birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletine inandığı yok.

Bu nedenle, askeri darbelerin ürünü olan ‘kırmızı çizgiler’le ulusal egemenliği temsil eden Meclisin manevra alanını sürekli kısıtlıyor; devleti güçlendirirken hükümetleri zayıflatıyor.

Fazla başarılı olamayacağını fark ettiğinde de, ya askeri ‘darbe’ye, ya askeri ‘muhtıra’ya ya da ‘yargısal darbe’lere başvuruyor.

Parlamentoları, partileri kapatıyor, siyaset yasakları koyuyor, yeni anayasal ve yasal düzenlemelerle demokrasinin kolunu kanadını kırıyor.

2007’yi, 2008’i anımsayın.

Çankaya Savaşları’nı herhalde unutmadınız.

Meclise cumhurbaşkanı seçtirmek istemediler. Bunun için yargı 367’yi buldu; asker muhtırayı çaktı 27 Nisan’da.

Ama Çankaya yolunu kesemediler.

Bunun üzerine sandıktan yüzde 47 oyla gelen partiyi 2008’de kapatmak istediler.

Bir başka deyişle:

Açık darbe yapamayınca, yargısal darbe yoluna başvurdular.

Bu da olmadı.

Ama vazgeçmediler.

411 milletvekilinin oyuyla üniversitelerde türban yasağını kaldıran Meclis kararını iptal ettiler.

Yetmedi.

İleri demokrasilerde olduğu gibi, askere sivil yargı yolunu açan yasal düzenlemeye kırmızı ışık yaktılar.

Yetmedi.

Fetva verdiler, bu iktidar partisi, bu Meclis anayasa değişikliği yapamaz diye...

Şemdinli’de, ucu zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı’na dokunan iddianamenin sahibi savcıyı, Ferhat Sarıkaya’yı meslekten attılar, avukatlıktan men ederek üstelik...

Şimdi de Erzincan’da ucu Ergenekon’a dokunan, Üçüncü Ordu Komutanı’na dokunan soruşturmanın sahibi dört savcıya da benzer bir darbe vurdular, yetkilerini kaldırarak...

Yazık!

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın deyişiyle:

“Yargı bürokrasisi millet iradesine ağır bir darbe indirdi. Hiçbir kurum kendini Anayasa’yla yasaların üzerinde göremez. Türkiye ‘yargıçlar devleti’ değildir, olamaz.”

Artık devletin bu ‘eski yüzü’nün değişmesi gerekiyor.

Kuvvetler ayrılığı derken, yargı kendini yasama ve yürütmenin üzerinde dokunulmaz bir güç olarak göremez. Değerli anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun’un deyişiyle, yargı bugünkü yapısı ve zihniyetiyle Türkiye’de ikinci sınıf demokrasiye razıdır.(Star, Açık Görüş eki, 13 Eylül 09)

Yargı, Türkiye’de idari yargı yoluyla yürütme gücünü ve idareyi, anayasa yargısı yoluyla yasamayı, dilediğince ve keyfince -arkasına tabii askeri de alarak- kontrol altında tutmaktadır.

Yargı faaliyetinden dolayı kendinden başka kimseye hesap vermeyen bir yapı, kendi üyelerini kendi aralarından seçerek hiçbir Batı demokrasisinde bugüne kadar görülmeyen bir kapalı kast sistemi yaratılmıştır. Böyle bir yargının bulunduğu rejimin adına demokrasi ve hukuk devleti denemez.

Türkiye gerçekten demokratikleşmek istiyorsa, bu ülkede hukukun üstünlüğünü geçerli kılmaktan başka çare yoktur.

Bu da, ‘yargı sorunu’nu çözmekten geçiyor.

‘Yargı reformu’nu gerçekleştirmekten geçiyor.

Kısacası:

Demokrasi diyorsak, hukuk devleti diyorsak, bunun yolu yargıda geçerli zihniyet yapısının değişmesinden ve bu zihniyetin ‘hukuk ve demokrasi kültürü’yle tanıştırılmasından geçiyor.

Hasan Cemal, Milliyet, 19 Şubat 2010

20.02.2010


Politize yargı

MAALESEF bizim yargı geleneğimizde politize bir damar vardır.

27 Mayıs, darbenin ilk 6 ayında adliyede 520 hâkim ve savcıyı tasfiye etti! Siyasi konulara bakan Danıştay’da ise üyelerin yarısını tasfiye etti!

Anayasa Mahkemesi’ni ‘kendi’ düşüncesindeki yargıçlarla kurdu.

Ondan sonra da birbirini seçen ‘bağımsız’ kurullar oluşturdu!

‘Devrimci’ militanlar 26 Mart 1963’te Adalet Partisi binasını tahrip ettiğinde, 27 Mayıs’ın Danıştay’ı bunu “milli galeyan” olarak niteleyebildi!

Anayasa Mahkemesi, Demokrat Partililerin siyaset yasağının kaldırılmasını “Anayasa’ya aykırı” bulabildi! 27 Mayıs’ı eleştirmeyi suç sayabildi!

Bunlar tarihte kalmış “divan-ı âli” kararları değil. Merhum Ecevit’in 1970’lerde “Yargı devrimcilerin elindedir” dediği ‘yargısal duruş’ böyle oluştu, “birbirini seçen kurullar” vasıtasıyla, giderek zayıflayarak da olsa bu damar bir ölçüde günümüze intikal etti.

Son yarım asırda geniş bir vatandaş kesiminin oylarıyla ortaya koyduğu tepkileri yargı iyi anlamalı, tarafsızlık konusunda daha güven verici olmaya özen göstermelidir.

Taha Akyol, Milliyet, 19 Şubat 2010

20.02.2010


Hükümet gecikti

YARGITAY Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, önce CHP’nin verdiği gensoru önergesine paralel olarak, Habur’daki yargılamanın hükûmetin baskısı altında gerçekleştiği iddiasını not etti. Sonra da, Erzurum- Erzincan tartışmasında, hükûmetin yargıyı etkilediği hususunu kayda geçirdi. Kapatma amacıyla delilleri biriktiriyor. Maalesef hükûmet, yargı reformunda çok gecikti. Öteden beri AB, tek bir kişinin (Yargıtay Başsavcısının) girişimiyle parti kapatma davasının başlatılmasına karşı. Bu konuda çok önceden adım atılabilirdi. 31 Temmuz 2008’de, AK Parti hakkında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı belli olur olmaz, dar kapsamlı bir anayasa değişikliği gündeme getirilmeliydi. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi ile HSYK’nın yapısı da yeniden düzenlenmeliydi. O tarihte, referanduma gitmek kaydıyla, bu değişiklik gerçekleşebilirdi. Partiler arası uzlaşma bile sağlanırdı. Ama şimdi, kriz dorukta; ne uzlaşma mümkün görünüyor, ne de hükûmet referandumu göze alabilir.

Nazlı Ilıcak, Sabah, 19 Şubat 2010

20.02.2010


Halkı da görevden alsınlar

ERZURUM’DAKİ özel yetkili savcılar, hukuken bir yanlış yapmışlarsa, bu itiraza açık bir konudur. Prosedürü, ilkeleri ve kanuni yürüşü vardır.... Peki HSYK, üzerine görev olmayan bir konuda, niçin alelacele kararlar vererek, adli muhakemat usulünü paramparça ediyor? Niçin mahkeme gibi davranıyor? Bir idari kurumun, mahkeme gibi davranma hakkı var mıdır?

İstediği savcıyı veya hakimi görevden alma şeklinde tanımlanabilir mi Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yetkileri? Şayet böyle bir hakkı varsa, bu durum, hakim ve savcılar hakkında açık bir baskı değil midir?

Devam eden bir soruşturmadan ki; sıradan bir soruşturma da değil, içinde binlerce sayfalık doküman, bilgi, belge, tanık ifadesi, kanıt bulunan ve kamuoyunu olduğu kadar demokrasimizi de yakından ilgilendiren Ergenekon Davası’ndan söz ediyoruz. Ve bunu soruşturan Savcılar, HSYK’nın politik el atmaları ve yine politik basınçlarla ağır baskıya maruz kalıyorlar....

Ne yapsınlar Ergenekon’u soruşturan savcı ve hakimler? Hepsi derhal istifa etsin veya daha temizi, görevden alınsınlar tıpkı Van Savcısı Sarıkaya gibi, böyle mi? Peki.... Ya biz? Tüm bunlar gözlerimiz önünde cereyan ederken nasıl bir unutma bekleniyor bizden? O elegeçmiş bombaları, suikast planlarını, harp oyunlarını, ayışığından balyoza, kafesteki sarıkıza kadar tüm korku bilgilerini.... Hepsini, hiç duymamışcasına unutalım.... Nasıl?

Tamam Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Ergenekon Soruşturmasını durdursun ve bu işle görevli yargıç ve savcıları derhal görevden uzaklaştırsın da....

Aynı Hakimler ve Savcılar Kurulu, halkı nasıl görevden alacak? Bizi kamuoyunu, nasıl azledecek?

Sibel Eraslan, Vakit, 19 Şubat 2010

20.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl