Ahmet DURSUN |
|
Türkiye’nin arka sokakları |
Türkiye’nin sosyolojisine hakim olmadan temel meseleleri çözümü kavuşturmak iddiasında bulunmak ütopik bir yaklaşımdır. Muasır millet anlayışının Müslüman bir toplumda “Allahsız” bir hayat tarzıyla gerçekleşeceği zannıyla toplumu kuşatmak, bu yönde dönüşüme zorlamak nasıl ki Türkiye’nin genetiğini bozmuştur; bugün de toplumu sarsan olayların temeline inememek, Türkiye gerçeğinden habersizce meselelere çözüm aramak bu hastalıkların kronikleşmesine yol açacaktır. Türkiye gerçeğini Ankara’nın hakim tepelerinden görmek oldukça zordur. Türkiye sosyolojisi, Türkiye’nin arka sokaklarında gerçekleşen hazin hikâyelerde, kahredici gerçeklerde gizlidir. Türkiye yanıyor; bu yangın daha çok Türkiye’nin arka sokaklarında cereyan ediyor. Şatafatın, şamatanın ve kargaşanın hakim olduğu Türkiye’nin ön yüzü, yavuz hırsız pişkinliğiyle bütün çirkinlikleri örtme telaşında. Forbes’in dünyanın en zenginleri arasında saydığı zenginlerimizin, Ergenekonlara odaklanmış ekabirimizin, tepelere göz dikmiş ütopist siyasetçimizin bu yangını görmesi, böyle bir yangından haberdar olması, olsa da müdahale etmesi çok zor. Bu tür yangınları söndürmek “Karşımda müthiş bir yangın var… İçimde evlâdım tutuşmuş yanıyor…” diyebilenlerin işi. Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye hattında ortaya koyduğu kültürel yozlaşma, kültür ve medeniyet buhranının doğurduğu dualite, bugün Vezneciler’den herhangi bir yöne yaptığınız kısa yolculuklar esnasında bile daha korkunç haliyle karşınıza çıkıyor, yaşadığınız toplumdan utandırırcasına insanı üzüyor. Eskilerin “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin” diyerek tebcil ettikleri, fazilet ve medeniyet üstadı insanımızdan eser yok sanki. Hürmet, muhabbet, sadakat ve şefkati uzak diyarlara sürgün eden bir toplum… Türkiye’nin arka sokakları yanıyor. Eğittiğimizi sandığımız çocuklarımız artık bizim değil, bünyemizi kemiren sefilliklerin esiri… Dünyevî ve uhrevî geleceği tehdit eden bir esaret… Müziğini, estetiğini, onu değerli kılacak tüm değerlerini yitirmeye yüz tutmuş gençliğimiz… Kendine kimlik arayan gençlerimize kimlik biçen çok. Gençliğimizin kalplerindeki boşluğu dolduramayanlar ise, lolipop kandırmacasıyla bir ülkenin geleceğine ipotek koyuyorlar. Sonra Türkiye’nin bütün meselelerini çözüyoruz diye hava atıyorlar. Türkiye’nin arka sokaklarında derd-i maişet yüzünden çözülen aileler var. İnsanca yaşamak, bir yudum mutluluk tatmak hevesiyle kurulan, sonra tüm insani hasletlerden uzaklaşılarak darmadağın edilen aileler… Hukuksal yetkinliğe erişmeyen çocuklarını bile üçer beşer şirketlere ortak edenlerin sadece oylarıyla ilgilendiği masum aileler… “Müslümanlar bir vücudun azaları gibidir...” hadisini işlerine gelince hatırlayanların kendinden saymadıkları aileler… Türkiye’nin arka sokakları yanıyor. Bu yangından berî olduklarını sananlar “düm tek, düm tek, düm teke tek” vur patlasın çal oynasın hoplayıp zıplıyorlar. Ehl-i dünyanın “çok güzel hareketler bunlar” diyerek alkışladığı sefih medeniyetin başlarını yiyeceğini tahmin edemiyorlar. Bediüzzaman’ın “en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var” diyerek işaret ettiği “kalp” dairesindeki vazifeyi anlamsız görenler, “surda bir gedik açmak” için çıktıkları mukaddes yolculukta yollarını bulamıyorlar, çıkmaz sokaklarda oyalanıyorlar. Arka sokaklar, bekleşmedeler. Şimdilik…
16.03.2010 E-Posta: [email protected] |