Nejat EREN |
|
Avrupa’da Nur hizmetleri ve değişen Avrupa |
Medeniyetin beşiği sayılan, fakat aslında dinden uzak ve mimsiz medeniyetin çok şiddetli propaganda ve reklâmlarıyla birçok insanın görmek için can attığı kıt'aydı Avrupa. Materyalist felsefenin çekim sahasına giren ve bunun neticesinde de iki dünya harbinin ağır faturasını ödemek zorunda kalan ihtiyarlamış, maddeci bir Avrupa. Bu anlayışın hâkim olduğu ihtiyar kıt'ada; “inşaat ve üretim” alanında beden gücüne dayanan insana ihtiyaç vardı. Bu şartlar onu genç ve dinamik insan potansiyeli olan ülkelere yönelmeye mecbur etti. Afrika ve Asya ülkelerinden taze insan gücüne duyulan ihtiyaç çerçevesinde ilk önce Almanya 1960’lı yıllarda Türkiye’nin kapısını çaldı. Karşılıklı anlaşmalarla Türkiye’den Almanya’ya iş gücü odaklı “gurbet yolculuğu” başladı. Bilâhare bu “beden gücü” bütün Avrupa ülkelerini kapsayacak şekilde sürdü ve bugünkü ikinci vatan konumuna geldi. Birinci nesil artık Avrupa-Türkiye ekseninde “emekliliğini” yaşarken kendini daha çok “Avrupalı” sayıyor. Çünkü buradaki geçim standardı ve en önemlisi “sistem ve demokrasi” Türkiye’ye göre kıyaslanmayacak kadar farklı ve hak sahiplerinin lehinde işliyor. İkinci nesil Türkler ve yabancılar artık “iş sahibi ve patron” olmuş. Üçüncü nesil ise tam olarak kendilerini Avrupalı kabulleniyor. Yani Avrupa’da yaşayan Türklerin büyük bir kısmı için “gurbet” artık Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya değil, Türkiye olmuş. Benim Avrupa’yla ve Almanya’yla ilk tanışmam 1989 yılında oldu. Bu ilk ziyaretim günübirlikti ve resmî görev dolayısıylaydı. Diğer ziyaretlerimin hepsi Risâle-i Nur hizmeti adına oldu. Son ziyaretimiz ise geçen hafta içerisinde başladı. Yeni Asya adına bir ilk gerçekleşmiş oldu. Zira Yeni Asya A.Ş.’nin yönetim kurulu Avrupa Nur Cemaatinin dâveti üzerine Ahlen şehrindeki şahane hizmet merkezinde yapıldı. Bu kudsî dâvânın hizmet tarihçesine baktığımız zaman hizmetlerimizin ve camiamızın kat ettiği mesafeyi göstermesi açısından çok önemli bir çizgidir bu gelinen nokta. Bunun en önemli sebepleri ise; birlik, beraberlik, uhuvvet, ittihat ve istikamet çizgisinde hareket etmektir. Almanya’da üç milyondan fazla nüfus potansiyeli bulunan Müslüman Türklerin içerisinde iki yüz elli bin Türkün artık “iş sahibi, yani patron” konumunda olduğunu duymak ülkemiz ve insanımız için önemli bir hadise. Camiamız ve İslâmî hizmetler adına ise çok daha önemli bir hadise var. Ahlen şehrinde yerleşen ve burada çalışan yedi bin nüfus içerisindeki bir avuç müteşebbisin plânlı, gayretli ve samimî çalışmalarının öncülüğünde bütün Avrupa Yeni Asya camiasının katkı ve destekleriyle, sizlerin de dualarıyla birkaç yıl önce bir milyon Euro’ya satın alınan üç katlı mekân, modern bir hizmet ve kültür merkezi haline getirilmiş. Çok amaçlı tefriş edilen bu muazzam hizmet merkezinden kısaca bahsetmeden geçmek bu binaya ve emeği geçenlere cidden haksızlık olur. Hanımlara ve erkeklere hizmet veren bürosu, dershaneleri, mescidleri, spor-jimnastik salonları, misafirhanesi, lokantası, kafeteryası, Yeni Asya Neşriyat satış reyonu ve gelir getiren dükkânlarıyla, burada hizmet alacakların her türlü ihtiyaçları düşünülmüş. “Gonca Hizmet merkezimiz” gerçekten görmeye değer! İftihar edilecek müthiş bir külliye ve ufuklarımızı genişleten örnek bir hizmet merkezi. Bu sözlerimizi ve fikirlerimizi teyit eden en büyük delillerden birisi ise “Bahtiyar Alman Milletinin” önemli fertlerinden birisi olan ve buradaki camia ile arası çok iyi olan Ahlen Belediye başkanının; binanın açılışında yaptığı konuşma her şeyi ifade ediyor. Bu konuşmasında başkan şöyle diyor: “Sizleri tebrik ediyorum. Kırk yıldan beri bizlerin yapamadığı böyle güzel ve şahane bir eseri ilimize kazandırdığınız için sizlere minnet borçluyum.” Yolu Avrupa’ya düşen herkesin bu örnek hizmet merkezini görmesini tavsiye ediyorum. Yönetim Kurulu üyelerimiz-–bir kısmı vize probleminden gelemese de—burada Avrupa’dan gelen hizmet elemanlarıyla iki gün boyunca çok güzel toplantı ve sohbetler yaptı. Buradaki hizmetlerle ilgili plânlar, problemler dile getirilip paylaşıldı. Güzel kararlar ve notlar alındı. Çok güzel bir hava ve atmosferde Mayıs ayında yapılacak geleneksel “Bediüzzaman’ı Anma Toplantısında”—Üstadı görmüş olan bütün ağabeylerin de dâvetli olduğu belirtilerek—tekrar hep birlikte olma mutabakatına varıldı. Duesseldorf, Köln, Ahlen merkezlerinde orada bulunan her kademedeki ehl-i hizmetin fertleriyle yapılan ders ve sohbetlerden sonra Avusturya’dan gelen dostların ısrarlı dâveti üzerine onlarla birlikte maceralı bir yolculuktan sonra Avusturya’ya geldik. İki günlük olarak plânladığımız Almanya seyahatimiz Avusturya’yı da içine alarak on iki güne çıkmış oldu. Hafta sonu tekrar Almanya’nın Münih şehrine giderek orada toplu bir program yaptıktan sonra Türkiye’ye dönmüş olacağız İnşallah. Bu yazımı Avusturya’dan yazıyorum. Bu münasebetle dikkate değer bazı konuları paylaşmak istiyorum. Her işte olduğu gibi “iman hizmeti” bakımından da sağlıklı bir işleyiş çok önem arz ediyor. Esaslarını doğrudan Kur’ân ve sünnetten alan ve bu asra uygun en tesirli İslâm anlayışını sunan Risâle-i Nur’u anlamaya ve yaymaya çalışanların, o hakikatlere mutabık hareket ederek belli hedefleri yakaladığını burada bir defa daha müşahede edip şahit olduk. Avrupa’yı tahlil edip yorumlayan Üstad Bediüzzaman’ın o harika tesbitlerine kısaca bir defa daha bakalım: Avrupa ikidir. Birisi, Hz. İsa’nın (as) dininden aldığı feyizle insanlığa getirdiği san'at, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden Avrupa. İkincisi: Tabiatı kabullenen zulmetli felsefeyle medeniyetin günahlarını sevap zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa. Nedir ikinci Avrupa’nın özellikleri: Medeniyet ve fenlerin faydalarını değil de; malayani, sefih ve zararlı felsefeyi elinde tutar. Sağ eliyle hastalıklı ve dalâletli bir felsefeyi ve sol eliyle sefih ve zararlı bir medeniyeti tutup, beşerin saadetini bu ikisinde görür. Neticede o pis hediyeleri başına dert olmuştur. Küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht bir ruhu temsil eder. Ruhu, vicdanı, aklı, kalbi dehşetli musîbetlerle musîbetzede olmuş ve azaba düşmüş insanların cismiyle, maddeci bir zihniyetle saadeti aramayı telkin eder ve başaramaz. Cismi geçici yalancı bir cennette bulunup, kalbi, ruhu cehennemde azap çeken insan topluluklarına mesut diyebilen bir kandırmacanın sembolü olmuştur. Bîçâre insanları oyun ve oyuncaklarıyla baştan çıkarmıştır. Yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çektirmektedir. Bu haliyle maalesef insanlığın nefs-i emmâresi durumuna düşmüştür. Medeniyet denilen canavarın zulümlerindeki gürültüler, mazlûmların âhından çıkan feryatları fark edemeyip insaniyetin yardımlaşma ve kardeşlik duvarlarını yıkıp harap etmiştir. Hz. İsa’nın (as) dininden uzaklaşarak sefahet ve dalâletle bozulmuştur. Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehâsı ile insanlık ruhuna cehennemî hâleti hediye etmiştir. İnsanlığın fıtratıyla oynayıp onu bozduktan sonra onu ilâcı olmayan dertlere giriftar etmiş. İnsanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atmış ve hayvânâtın en bedbaht derecesine indirmiştir. Bütün bu illetlere karşı bulduğu ilâcı, geçici olarak hisleri iptal etmek; cazibedar oyuncakları, uyutucu heves ve fantaziyeleri âlet olarak kullanmaktır. Mukaddeslikten uzak olan bulduğu her türlü ilâçları başını yemiş, insanlığa açtığı yol ve verdiği saadet hep boş ve beyhude olmuştur. Bütün bunlara karşı tek çaresi ise, ya bu yoldan dönüp hakka teslim olmak, ya da küfrüyle beraber cehenneme yuvarlanmaktır. Biz ümit ediyoruz ve müşahede ediyoruz ki, birinci yola girecektir. Bu, Kur’ân-ı Hakîm’in hidayetiyle beşere hediye ettiği yoldur. Bu yolun yolcuları yola sağlam taş döşemekle meşguller. Biz onlara duâ ediyor, tebrik ediyor, alkışlıyoruz. Ümidimiz odur ki, onların her türlü kudsî hizmetleri Avrupa’nın ve insanlığın baharına zemin hazırlayacak çekirdekleri taşıyor. Cennetâsâ baharlarda buluşmak dilek ve temennisiyle Avrupa’dan kucak dolusu selâm ve muhabbetler.
12.03.2010 E-Posta: [email protected] |