Ahmet ÖZDEMİR |
|
Kâinatın ölümü (kıyamet) |
Madde tekâmüle tâbi olduğuna göre, bunun değişimi de kaçınılmazdır. Bu değişimin dağılmak, bozulmak ve parçalanmak şeklinde kendisini göstermesi tabiîdir. Mevcut kâinat nizamının bugünkü işleyiş hâliyle ne kadar devam edeceği, onun bünyesindeki maddî değişimlerin neyi sonuç vereceği gibi konular, kâinatın bir sonu olup olmadığı meselesini ortaya çıkarmaktadır. Maddenin ezeliyeti olmadığı ilmen kesin olduğu gibi, dünya ha-yatının ebediliğine gidilemeyeceği de aynı şekilde kesindir. Bilindiği gibi kıyamete ve ahirete iman, iman esasları içinde yer almaktadır. Her şey gibi kâinat da bir tekâmüle tâbidir. Bu kanuna bağlı olan her şey de ölüme mahkûmdur. Bu gerçek Bediüzza-man’da şöyle ifadesini bulur: “Şu kâinatın mevti (ölümü), mümkündür. Çünkü bir şey kanun-u tekâmülde dâhil ise, o şeyde alâküllihâl neşv ü nemâ vardır. Neşv ü nemâ ve büyümek varsa, ona alâküllihâl bir ömr-ü fıtrî vardır. Ömr-ü fıtrîsi var ise, alâküllihâl bir ecel-i fıtrîsi vardır. Gayet geniş bir istikrâ’ ve tetebbu ile sabittir ki, öyle şeyler mevtin pençesinden kendini kurtaramaz. Evet, nasıl ki insan küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz; âlem dahi büyük bir insandır, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek veya yatıp, sonra subh-u haşirle (haşir sabahıyla) gözünü açacaktır. Hem, nasıl ki kâinatın bir nüsha-i musağğarası olan bir şecere-i zîhayat, tahrip ve inhilâlden (dağılma) başını kurtaramaz; öyle de, şecere-i hilkatten teşâub etmiş (yaratılış ağacından şubelere ayrılmış) olan silsile-i kâinat tâmir ve tecdid için, tahripten, dağılmaktan kendini kurtaramaz. Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel, İrâde-i Ezeliyenin izniyle, haricî bir maraz veya muharrip bir hâdise başına gelmezse ve onun Sâni-i Hakîmi dahi ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa, her halde, hattâ fennî bir hesab ile bir gün gelecek ki, ‘Güneş dürülüp toplandığı, yıldızlar dökül-düğünde, dağlar yürütüldüğünde.’1 ‘Gök yarıldığı zaman, yıldızlar saçıldığı zaman, denizler kaynayıp birbirine karıştığı zaman’2 mânâları ve sırları Kadîr-i Ezelînin izni ile tezâhür edip, o dünya olan büyük insan, sekerâta başlayıp acîb bir hırıltı ile ve müthiş bir savt ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek, sonra emr-i İlâhî ile dirilecektir.”3 Bir gün gelecek güneşteki ışığın ve ısının, kâinattaki bütün maddelerin enerjileri ilmî hesapların da tesbit ettiği gibi tükenecektir. Kâinatta enerji birikimi maksimuma ulaşınca, enerji akışı da bitecektir. Sonunda hayat ister istemez durarak, dünya yaşanmaz bir hâle gelmekle kıyametin kopması kaçınılmaz olacaktır. Bu da kâinatın ölümü, yani sonu olacaktır. İlmin bu yoldaki gelişmeleri kâinatın er-geç sona ereceğini ihtar ettiği gibi, fiziken de sabittir. “Güneş dürülüp toplandığında” 4 âyetinin tefsirini yapan Said Nursî şöyle der: “Şu kelâm, tekvir lâfzıyla, yani ‘sarmak ve toplamak’ mânâsıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazîrini dahi îmâ eder. Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esîr ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misâl bir lâmbayı, hazî-ne-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapan-dıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak. Veya ziyâ metâını neşretmek ve zeminin kafasına ziyâyı zulmetle münâvebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metâını toplattırıp gizlettiği gibi, kâh olur bir bulut perdesiyle alış verişini az yapar, kâh olur ay onun yüzüne karşı perde olur, muâmelesini bir derece çeker, metâını ve muâmelât defterlerini topladığı gibi, elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisâl edecektir. Hattâ hiçbir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, güneş, yerin başına izn-i İlâhî ile sardığı ziyâyı emr-i Rabbânî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp, ‘Haydi, yerde işin kalmadı’ der, ‘Cehenneme git, sana ibâdet edip senin gibi bir memur-u musahharı sadâkatsizlikle tahkir edenleri yak’ der.”5 Bundan anladığımıza göre dünya hayatının mutlaka bir sonu geleceğinin maddî belirtileri olmaktadır. Bunu doğrulayan diğer bir husus ise, güneşin “etken ömrü” bulunduğu gerçeğidir. Güneşin etken ömrü olduğu, yani bir gün güneşin enerjisinin tükeneceği ilmî ve matematik hesaplamalarla günümüzde ispatlanabilmektedir. Bediüzzaman’ın “fennî bir hesap ile bir gün gelecek” şeklindeki ifadesi ile bu gerçeklere temas ettiği söylenebilir. Aynı konuda söylediği şu ifadeler özellikle dünyanın sonunu daha da açıklıkla ortaya koymaktadır: “Vaktâ ki, meclis-i imtihan kapandı, tecrübe vakti bitti, Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icrâ etti, kalem-i kader mektubâtını tamamıyla yazdı, kudret nukuş-u san’atını tekmil etti, mevcudât vezâifini ifâ etti, mahlûkat hizmetlerini bitirdi, her şey mânâsını ifade etti, dünya âhiret fidanlarını yetiştirdi, zemin Sâni-i Kadîrin bütün mu’cizât-ı kudretini, umum havârik-ı san’atını teşhir edip gösterdi, şu âlem-i fenâ sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı, o Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini, o kalem-i kader mektubâtının hakàikını, o numûne-misâl nukuş-u san’atının asıllarını, o vezâif-i mevcudâtın faydalarını, gàyelerini, o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve o kelimât-ı kitâb-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidad çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını ve dünyadan alınmış misâlî manzaraların göstermesini ve esbâb-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını ve her şey doğrudan doğruya Hàlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktizâ etti; ve o mezkûr hakikatleri iktizâ ettiği için kâinatı dağdağa-i tegayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevâlden kurtarmak ve ebedîleştirmek için o zıdların tasfiyesini istedi ve tegayyürün esbâbını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi; elbette kıyâmeti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek.”6 Dünya bir imtihan yeridir. Bir başka ifadeyle insanlar dünyaya imtihan için gönderilmiştir. İmtihan bitince herkes dışarı çıkarılır, kâğıtlar açılır, sonuçlar okunur. Dünyadan başka yer ise, her halde ahiret olacaktır. Yine Said Nursî, dünyanın sonu ile ilgili olarak tevhid açısından şu görüşe de yer vermektedir: “Eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir cirm (yıldız), kün emrine veya ‘Mihverinden çık’ hitâbına mazhar olunca, şu dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecrâmlar dalgalanacak; nihayetsiz fezâ-i âlemde, milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük topların müthiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. İşte, şu mevt ve sekerât ile Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar, kâinatı tasfiye edip Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münâsibeleri başka tarafa çekilir; âlem-i âhiret tezâhür eder.”7 Yani kıyametin kopmasına hiçbir şey engel değildir. Dinin ve pozitif ilmin hüküm ve gelişmeleri, kıyameti kaçınılmaz şekilde zarurî kılmaktadır. Dünyanın harap olması ve ahiretin olması dinen ve ilmen kesindir. Bu sonuçtan hiç kimse kaçamayacaktır. Dünyaya gelmek bizim elimizde olmadığı gibi!
Dipnotlar:
1- Tekvir Sûresi, 1-3.
2- İnfitar Sûresi,1-3.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 863-864.
4- Tekvir Sûresi, 1.
5- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 690-691.
6- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 867-868.
7- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 865.
26.02.2010 E-Posta: [email protected] |