Muzaffer KARAHİSAR |
|
Fırtınaları pencereden seyretmek |
Dışarıya akşam karanlığı çökmüş, yağmur olanca hızıyla bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Bulunduğum otelin en üst katında olmam dolayısıyla çatıya hızlı tempo ile düşen yağmur tanelerinin çıkardığı sesleri dinlerken, bir taraftan da tek başıma kaldığım odamın ışığını söndürüp balkon ışığını yaktım. Pencereden fırtınaya benzeyen o muhteşem yağmur manzarasını seyretmeye koyuldum. Karşı taraftaki yüksek kayalıklar ve çam ormanlarıyla kaplı yüksek ve heybetli dağlardan hiçbir şey görünmüyordu. Gündüz, hayretle ve tefekkürle seyrettiğim Allah’ın kudret ve azametini gösteren dağlar akşamın karanlığı ve yağmur perdesi ile kendini, san'atını, güzelliğini gizlemiş, örtmüş, gözden kaybolmuş gibiydi. Oysa gündüz seminer programı sonrasında Antalya Kemer’de arkadaşlarla gezerken gördüğümüz her güzelliğe uzun uzun bakarak; güzelliği veren, icat eden ve yaratan Allah’ın Cemil isminin tecellilerini düşünmüştük. Daha sonra ufuklarla, bulutlarla birleşip yükselen, zirvelerine kadar dumanlarla, sislerle kaplanan dağların vakarlı duruşu ile; Akdeniz’in mavi sularının rüzgârla karışık hırçın dalgalarının sahillere ak köpüklerle vurması ile çıkardığı sesler, insanın yüreğini titretiyor, acizliğini ruhunun en ince noktalarına kadar hissettiriyordu. Sahilleri dövdükten sonra sükûnetle geri dönüp denizde kaybolan dalgaların arkasından bakarken, o büyük, tuzlu denizin bağrında binlerce canlıya ev sahipliği yaptığını, barındırıp beslediğini düşünüyoruz. Kış olması dolayısıyla yapraklarını dökmüş, meyvelerini boşaltmış, çiçeklerinin güzellikleri geride kalmış ağaçların kuru ve cansız duruşları, bahardaki kadar bakışları kendilerine cezbetmiyorlar. Pencereden akşam seyrettiğim yağmur, hızlıca yağarken çıkardığı sesler, gök gürültüsü ve karanlıkta peş peşe çakan şimşeklerle, denizin dalgaları kadar hırçın; başı dumanlı yüce dağlar kadar azametli ve heybetli şekilde savrularak yere iniyordu. Bu afata benzeyen yağmur manzarası insana acizliğini ve fakirliğini hissettirip esas kuvvet ve kudret sahibi olan Allah’a sığınmamızı hatırlatıyor. Huzurevine çalışmaya döndüğümde yeni bilgiler, yöntemler ve yaklaşımlarla işe başlayacaktım. Her zaman ülfet perdesi içerisinde yeknesak gördüğüm durumlara başka bir açıdan, yeni bir iş ve ortammış gibi bakarak her zaman görüp fark ettiklerimden öteye göremediklerimi yakalamak ve ona göre yararlı, verimli ve kaliteli bir çalışma yapmaya karar verdim. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar vâkıf olmak, tesbitler yapmak ve çözümler geliştirmeyi planladım. Her zaman olduğu gibi yaşlıların oturdukları katlara çıktım ve selâm vererek onlara yakınlığımı ve samimiyetimi hissettirdim. Yaşlı ve hasta insanların durumları zahiren son derece elem ve hüzün vereci görünüyordu. Yaşlılıktan ve hastalıklardan bitkinleşmiş, halsizleşmiş zayıf vücutları, ağarmış saçları, kırışmış solgun yüzlerindeki donuk bakışları, titrek elleri ve konuşma güçlüğü içinde anlaşılmayan sözleri ile her bir köşede sevgi, ilgi, şefkat bekleyen yaşlıların sıkıntılı durumlarını gördüm ve düşüncelere daldım. Onlar kış mevsimini yaşıyorlardı. Antalya Kemer’de yaprağını, çiçeğini, meyvesini dökmüş kış mevsimini yaşayan ağaçlar gibi, sevmek bekledikleri nazarlardan gerekli ilgiyi göremiyorlardı. Sıcak bir aile yuvası, evlât ve torun sevgisinden uzak, maddî ve manevî hastalıklarıyla, dertleriyle, elemleriyle baş etmeye çalışıyorlar. Hırçın deniz dalgaları ya da başı dumanlı, vakarlı, heybetli yüce dağlar gibi kaç gecenin sessizliğinde uykusuz, ağrısız, tasasız, gözü yaşsız huzur ve sükûn içinde uyuyabildikleri meçhul. Böyle sıkıntılı ve karamsar bir atmosferi içimde, ruhumun derinliklerinde hissederek, kalbimin gözyaşlarını içime akıtarak uzun süre hislerimle, hicranımla, vicdanımla yaşadıktan sonra bir çıkış yolu bir teselli aradım. Onlardan çok kendi ruhumun ve kalbimin açlığını, muhtaçlığını fark ettim. Mukadderat cihetine bakarak, “Her şeyin güzel cihetine bakınız” prensibi ile sebebini, hikmetini bilmediğimiz ve müdahale edemediğimiz bir çok hadiseler vardır. Onların karşısında “Neden böyle oluyor, şöyle oluyor?” diye isyan edip ıztırap çekmek yerine, her şeyin neticesini beklemek üzere seyredip, kadere rıza ile teslim olmak gerektiğini anladım. Onların her birinin ellerinde bulunan tesbihle daima şefkati, merhameti, rahmeti, bereketi bol olan Allah’ın isimlerini zikretmeleri, O’na yönelip, O’na dayanıp güvenmeleri; hatta başkaları için de dua etmeleri... Kış mevsiminde kurumuş ağaç gibi gördüğüm manzaralar ahiret çiçekleri açmak üzere ibadet, dua, zikir tomurcukları olduğunu anladım. “Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekva etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha vardır. Hatta bazı sâbır ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir.1 En önemlisi de: “İnsan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir” 2 İnsanlar ömürleri süresi içinde karşılaştıkları hırçın dalgalar, fırtınalar ve haşmetli ve azametli dağlar büyüklüğünde ki musîbetlere, olaylara maruz kaldığında isyanlar, itirazlar ve acılara karşı: “Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler” diyebilmelidir.
Dipnotlar:
1. Lemalar, 25. Lem’a, 2. A.g.e.
24.02.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (09.02.2010) - Sessizlik içerisindeki sesler (02.02.2010) - Okudu, anladı, anlattı (26.01.2010) - Bolvadin seyahatinden kalanlar |