Sami CEBECİ |
|
Gülümseten ve düşündüren hatıralar |
Asya Nur Kültür Merkezinde, Pazar seminerleri çerçevesinde her hafta aksatmadan üç yıldır risâle seminerleri icrâ ediyoruz. Sekiz aydır da faaliyete geçirdiğimiz “asyanur.info” adındaki sitemize bu seminerleri yükleyerek, Almanya üzerinden dünyaya neşrediyoruz. Böylece teknolojiyi iman hizmetinde değerlendirmiş oluyoruz. Sekiz ayda yirmi beş bini aşkın büyük bir kitlenin bu siteden yararlanmış olması bizleri mutlu ediyor. Bu hafta seminer veren konuğumuz, gazetemiz yazarlarından Raşit Yücel’di. Nur dairesinde duyduğu veya şahit olduğu bir kısım hatıraları bizlerle paylaştı. Kalabalık bir dinleyici kitlesi vardı. Kırıkkale, Gerede ve Kastamonu gibi uzak hizmet mahallerinden gelenler bile olmuştu. Hoş bir ortamda geçen seminer programında saatler su gibi akıp gitti. Allah’ın hususî yardımı ve inâyeti altında olan Risâle-i Nur hizmetinde çok tevâfuklar olmuştur. Meselâ, Üstadın doğduğu Nurs Köyünden Ankara’ya gelecek olan bir zâta “Adrese gerek yok. Sen Ali Vapurlu’yu birisine sor. Onu herkes tanır. Onu bulunca o seni dershaneye götürür” diyorlar. Uzun boyu, burma bıyıkları, ayağında şalvarı ve çizmeleriyle Kızılay Meydanına gelen bu Nurs Köylü zat, temiz simalı birisini gözüne kestirir ve “Arkadaş! Ben Ali Vapurlu’yu arıyorum. Sen onu tanıyor musun?” der. Sorduğu adam ona “Ben Ali Vapurlu’yum. Seni bana kim gönderdi?” diye sorar. Biraz konuştuktan sonra mevzu anlaşılır ve kucaklaşırlar. Oradan dershaneye giderler. Yüzlerce insanın sel gibi aktığı o meydanda doğrudan aradığı adamı bulması, halis niyetin bir kerâmeti olduğu açıktır. Yeni Asya gazetesinin kuruluş aşamasında adres olmaksızın, Mehmet Kutlular Ağabey yanında birisiyle şehre iner. Maksat cemaatin desteğini almaktır. Saat kulesinin yanında beklemeye başlarlar. Çok geçmeden yanlarına Memduh Ağabey gelir. Onların temiz simaları dikkatini çeker. “Birisini mi bekliyorsunuz?” diye sorar. Kutlular Ağabey şüphelenerek “Sana ne kardeşim!” diye çıkışır. Sonra konu anlaşılınca birlikte dershaneye giderler. İstanbul’da Mehmet Emin Birinci Ağabeyi karakola götürürler. Baş komiser sorar: “Bu Nurcuların kırk tane lideri varmış. Birincisi sen, kırkıncısı Erzurum’daymış. Bu aradaki otuz sekiz kişiyi söylemezsen sabaha kadar seni falakadan geçireceğiz.” Adamların cahilliğine bak! Bunların sadece birer soy isim olduğunu fark edememişler. Nihayet iş anlaşılmış, ama epey zahmet vermişler. Bir tarikat şeyhi ve aynı zamanda muallim olan Hasan Feyzi Yüreğil Ağabey, son müceddit hakkında kitaplardan çok şey öğrenir. Bediüzzaman Hazretleri de o sıralar talebeleriyle birlikte Denizli Hapishanesinde kalmaktadır. “Eğer bu zât Mehdiyyet hizmetiyle vazifeli ise muhakkak beni tanır” diye düşünür. Bir mahkeme duruşması için elleri kelepçeli olarak talebeleriyle mahkemeye sevk edilirken, Hasan Feyzi Ağabey geçecekleri yol üstünde durur. Bediüzzaman onun hizasına geldiğinde, kelepçeli ellerini kaldırarak onu birkaç defa selâmlar. Bu olay onun Nur Talebesi olmasına kâfi gelir. Üstad ve Risâle-i Nurlar hakkında çok anlamlı şiirler de yazar ve nihayet Üstadın bedeline şehit olur. 1950 yılından sonra Isparta’da kalmaya başlayan Bediüzzaman Hazretleri, dokuz seneye yakın kaldığı Barla beldesine sık aralıklarla gider. O günün şartlarında düzgün yolu olmayan Barla’ya gitmek pek zahmetlidir. Bir gün yine Barla yolunda giderken Bayram Ağabey çok yorulur ve içinden “Üstad bu Barla’da ne buluyor ki hep buraya gelmek istiyor?” diye düşünür. Birden Üstadın sesiyle irkilir: “Evlâdım Bayram! Sen Barla’yı küçük kerih görme. Barla zamanla çok nurlanacak ve şenlenecek. Ziyaretçilerle dolup taşacak. Benim Yıldız Sarayı’na değişmediğim menzillerim ziyaretgâh olacak” der. Aynen dediği gibi de oldu. Otuza yakın hatıraların paylaşıldığı seminer herkesi ara sıra hem güldürmüş, hem de düşündürmüştü. Biz bu hatıralardan ancak dört beş tanesini yazabildik. Bütün bu hatıralar gösteriyor ki, gerçekten Risâle-i Nur hizmet-i imaniyesi tam bir inayet altındaydı.
24.02.2010 E-Posta: [email protected] |