Mehmet KARA |
|
Aklınızdan dahi geçirmeyin |
Ankara hareketli bir haftayı daha yaşıyor. Geçtiğimiz hafta yaşanan yargı krizinden sonra aralarında iki eski kuvvet komutanı ile bir ordu komutanının da yer aldığı kişilerin gözaltına alınmaları ile başlayan “Balyoz gözaltıları” Türkiye’nin tansiyonunu iyice arttırdı. 2003’te 1. Ordu Komutanlığında “balyoz darbe planları”nın yapıldığı iddiasıyla toplam 49 kişinin gözaltına alınıp sorgulanmasının yankıları hâlâ sürüyor. Başbakan’ın İspanya’dan döndüğü saatlerde Genelkurmay’dan bir açıklama düştü. Bazılarının “bomba düştü” yorumunu yaptığı açıklama, akıllara “değişik şeyler” getirdi. Söz konusu açıklamada, “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında ortaya çıkan ciddî durumu değerlendirmek üzere, bugün Genelkurmay Başkanlığı Karargâhında Türk Silâhlı Kuvvetlerinde görevli bütün Orgeneral ve Oramirallerin katılımı ile bir toplantı icra edilmiştir…” deniliyordu. Kısa açıklamada, görüşmenin neticesi ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmadı. Orgeneral ve oramiraller “ciddî durumu” değerlendirmişlerdi. Ama sonucu muamma... Genelkurmay açıklamasında durumun “ciddî” olduğu söyleniyordu. Gerçekten de durum ciddî. Darbe planlamak çok ciddî bir meseledir. Asıl Balyoz plânın da ortaya çıkan iddiaları yargıya taşımamak çok ciddî bir yanlışlık olurdu. Bu açıklamanın öncesinde askerlerin bir başbakan yardımcısını Genelkurmay’a çağırıp “toplu istifa resti” çektiğinin fısıltı şeklinde ortaya çıkması ile de Ankara’da tansiyon iyice yükseldi. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in ‘Genelkurmay’a ben gittim, ama parola konusunu konuştuk’ demesi de tansiyonu düşürmedi. İki eski kuvvet komutanının gözaltına alındığı günde yapılan bu görüşmede sadece “başbakana hakaret içeren işaret ve parola konusu”nun görüşüldüğünün açıklanması inandırıcı bulunmadı. Zira bu mesele bir başbakan yardımcısının Genelkurmay’a çağrılmadan da halledilebilecek bir meseleydi. Çiçek’in Köşk’e yapacağı duyurulan ‘Bilgilendirme ziyareti’nin de ‘Yanlış anlaşılır’ gerekçesiyle sürpriz şekilde iptal edilmesi merakları iyice arttırmaya yetmişti. Erdoğan’ın İspanya’dan döndükten sonra kendi evinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve genelkurmayla bir gün önce görüşen, Cemil Çiçek’le 1.5 saat görüşmesi de bu heyecanı arttıran başka bir gelişme oldu. Bütün bu sıcak görüşmelerin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yüksek yargı başkanları ile yaptığı görüşme böyle kritik bir dönemeçte gerçekleşen Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ile görüşmesi tansiyonu düşürmüş gözüküyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz’un dediği gibi, “Hangi toplantı, açıklama menfî etki edecekse tarih önünde sorumluluğu var…” Tarih er ya da geç sorumlulukları hatırlatır. Ya hayırla yad edilirsiniz, ya da hayırsız… Bakarsınız, Star yazarı Şamil Tayyar’ın dediği gibi bu toplantı ileride “Yargıya 23 Şubat muhtırası” diye hatırlatır. Bu yüzden herkesin sorumlu davranması gerekir. Bu görüntülerin demokratik bir ülkeye yakışan görüntüler olmadığı muhakkak. Devam etmekte olan bir yargılama varken bu toplantıların yapılması “yargıyı etkileme”ye dönük olarak yorumlanmaz mı? Türkiye bir dönemeçten geçiyor, bu dönemeçte herkesin dikkatli olması gerekiyor. Madem herkes yargı önünde eşitse… Türkiye’yi bu sarmaldan kurtarıp demokrasisini güçlü hale getirmek için herkes aslî görevine dönmeli. Türkiye artık normalleşmeli… Çözümün adresi de demokrasi içinde aranmalı. Demokrasiye her zamankinden daha çok sahip çıkma zamanı. Öncelikle de siyasilerin buna dikkat etmeleri gerekir.
26.02.2010 E-Posta: [email protected] |