Röportaj |
|
28 Şubat, 12 Eylül gibi Uzun ve karanlık bir gölge |
15 yıl görev yaptığı Karaelmas Üniversitesi öğretim görevliliğinden 28 Şubat sürecinde uzaklaştırılan Ali Asmaz, 28 Şubat'ın Türkiye'deki hak ve hürriyetleri cahiliye devrine götüren çağ dışı bir süreç olduğunu dile getirdi. İnkılâp Tarihi öğretim görevlisi olarak uzun yıllar görev yaptınız. İlk mağduriyetiniz ne zaman nasıl başladı?
Mağduriyetimin ilki 1994 yılında bazı şikâyetler üzerine başlatılan soruşturma ile başladı. Soruşturmayı yapan kişi bana “derslerde Nazım Hikmet’i kötülediğimi, Said Nursî’yi ise kötülemediğimi” söylüyordu. Görevli olduğum fakültenin dekanı soruşturmadan endişe etmememi söyleyerek bana teselli veriyordu. Ancak soruşturmanın bitmesine bir hafta kala Fakülte Dekanı değişti. Yeni dekan, araştırmadan, sorup incelemeden, bana “maaş kesme cezası” verdi. Ben İdare Mahkemesinde cezaya itiraz ettim. Mahkeme itirazımı reddetti. Ben de kararı temyiz ettim. Temyiz Mahkemesi “maaş kesme cezasını”, “kınama”ya çevirdi. Kınama cezasının gerekçesi ise “ders notlarının öğrenciler arasında tartışmaya sebep olduğu” şeklindeydi. Ben buna da itiraz ettim. Yani o dönemde ders notları yoktu. 10 yıl önce basılmış ve baskısı tükenmişti. Üstelik öğrencilere ders notları da verilmemişti. Ama mahkeme böyle garip bir gerekçeyle bana “kınama cezası” vermişti. Bu kararı da temyiz ettim. 1998 yılından bu yana 12 yıl geçmesine rağmen hâlâ karar çıkmadı. Soruşturmanın başlaması 1994 yılı. Temyize göndermem 1998, yani ikinci temyiz tashihi karar mânâsında... Aradan geçen 12 yıla rağmen hâlâ bir netice alamadım.
28 Şubat süreci sizleri nasıl etkiledi?
28 Şubat sürecinde üzerimizdeki baskılar daha da arttı. Daha önce imtihana girmeme rağmen beni tekrar imtihana gönderdiler. Hacettepe Üniversitesi İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde tekrar imtihana girdim. Oradaki hocalar bana yüz üzerinden 90 puan vererek bu işe ehil olduğumu bildirince tekrar sözleşmem yenilendi. 1999 yılına kadar bir sene daha görev yaptım. Ancak 1999 Mart ayı gelince bana sözleşme yenileme teklifi yapılmadı. Önceki yıllarda sözleşme yenileme teklifi yapılırdı. “Yaptığınız çalışmaları bize getir” diye yazı gelirdi. Bu sefer gelmedi. Kendim gidip sorduğumda bizim idarî işlerimizle ilgilenen rektör yardımcısı topu rektöre, rektör de yardımcısına attı. Böylece benim sözleşme yenileme süremi oyalayarak geçirdiler. Boşlukta ve açıkta kaldım. Mecburen emeklilik dilekçemi verdim. Dilekçemde, “İleride kanunî haklarım saklı kalmak üzere” şerhini düşmüştüm. Bu dilekçem kabul edilmedi. Benden “Gördüğüm lüzum üzerine emekliliğimi istiyorum” diye dilekçe vermem istendi. Ben de bu şekilde dilekçe vermek mecburiyetinde kaldım. Dolayısıyla haklarımızı mahkemelerde de arayamıyoruz. Yani garip bir şekilde 15 yıl görev yaptığım okuldan uzaklaştırıldım. Kendi yazdığımız dilekçelerle de hakkımızı aramamız zordu. Avukat tutacak param da yoktu.
Bu süreçte şahit olduğunuz başka mağduriyetler de var mı?
Evet, en yakınımdaki bir kişinin, kızımın mağduriyetine şahit oldum. Kızım Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyordu. 1995 yılında başlamıştı. 28 Şubat sürecinde 1999’a geldiğimizde “başörtüsüyle okula geliyor” diye soruşturma açtılar. Son sınıftaydı. Kasım ayındaydı. Mezuniyetine 6 ay gibi kısa bir süre kalmıştı. Soruşturma açıldığı gün okula gitmemişti. Biz o soruşturma kararına karşı itiraz ettik. Dâvâ açtık ve kazandık. İmtihan ve kayıt hakkı verildi. Ancak uygulamadılar. Bize hep “başını açarak okuluna gelmesi” şeklinde dayatma yapıldı. Sürekli çıkan af kanunlarında da “başını aç da gel” denildi. Kızım da başını açmadığı için altı aylık süre için okulunu 11 yıldır bitiremedi. Psikolojik bir takım sıkıntılar yaşadı. Çevresinden, “başını açıp, okulunu bitirseydin” diye sözler söylendi. Başörtüsü sebebiyle üniversite son sınıfa gelmiş bir öğrencinin okuldan uzaklaştırılması aklın mantığın kabul edebileceği bir şey değil. Hani nerede insan hakları? Hani kadın-erkek eşitliği? Bunun kadın-erkek eşitliğiyle de insan haklarıyla da ilgisi yok. Tamamen ideolojik. Kendi düşünce yapılarında, yaşayışlarında, anlayışlarında, olmadığın sürece hayat hakkınız yok. Bu bakımdan 28 Şubat Türkiye’nin üzerine 12 Eylül gibi çöreklenen, vuran uzun ve karanlık bir gölgedir.
Peki size göre bu sıkıntılar nasıl aşılır?
Bunlar anayasal bir statüye kavuşturulmadan, milletin sıkıntıdan kurtulması mümkün değil. 28 Şubat karabasan gibi milletin sırtına çökertildi. Demoklesin kılıncı gibi hâlâ milletin başının üstünde sallanıyor. Şimdi bu zihniyette olanlar belli bazı mihrakları, güçleri kendilerine kalkan olarak kullanıyorlar. Onların arkalarına saklanarak bu icraatlarını yapıyorlar. Bu kadar gelişmenin ilerlemenin olduğu söylenen bir asırda, fani ve ilâhî olmayan bir kişinin arkasına sığınarak, ona dayanarak ve onu ileri sürerek, böyle icraatların yapılması aklın mantığın anlayacağı iş değildir. Yapılanlar aslında akıldışı. Fakat bazıları, Asr-ı Saadet devri öncesindeki cahiliye devri insanlarının dayandıkları şeylere 21. asrın insanları da dayanıyor. Yani böyle yapınca ne oldu? Ne ilerlemiş oldu? Türkiye, hangi çağı atladı? Türkiye Asr-ı Saadet Devri öncesine atladı. Cehalet devrine atladı. Bu uygulamayla Türkiye oraya atlamış oluyor. Yapılan uygulamaların insanlıkla fikirle bir ilgisi yok. Demokrasiyle, insan haklarıyla bir ilgisi yok. İnsan hakları Asr-ı Saadet döneminde 21. yüzyıldan daha ileri düzeyde uygulanmış. Bernard Shaw, boşuna mı söylüyor: “İngiltere’de demokrasi kemale ermiştir. Bir adım ötesi İslâmdır” diye. İngiltere’deki, Amerika’daki ve Avrupa’daki demokrasi bile Asr-ı Saadetteki demokrasiye yetişememiş.
28 Şubat sürecinde bir öğretim görevlisi olarak öğrencilerle aranız nasıldı?
Benim üniversitede görev yaptığım yıllarda başörtülü çok öğrencim oldu. Bir tanesine “Başınızı açacaksınız” diye müdahale etmedim. İdare kanalıyla “başörtülü öğrencileri almayacaksınız!” diye yazı da geldi. Bu emri benim gibi inançlı bazı arkadaşlar korkularından öğrencilerine söyledi. Ben bir tane olsun öğrencime “Başörtünle sınıfa girmeyeceksin!” demedim. Ben görev yaptığım müddetçe derslere girebildiler. Ancak idarenin yaptıklarını ben bilmem. 15 senelik görevim sırasında 7 bin öğrenci benim sınıflarımdan geçti. Bunların içinde başörtülüler de vardı. Hiçbirisine baskı yapmadım.
Peki ümitli misiniz Türkiye’de hürriyetlerin tekrar gelişip güçleneceğine?
Ümitsiz değiliz, ama insanların çok çalışması ve gayret göstermesi gerekiyor. Taviz vermemesi gerekiyor. Bakın 28 Şubat’ın üzerinden 13 sene geçti, hâlâ bir neticeye varılamadı. Başörtüsü mağdurları, haklarını elde edemedi. O zaman taviz verilmeseydi, herkes tavizsiz bir şekilde hak mücadelelerine devam etseydi, belki bir neticeye varılırdı.
Ali Asmaz kimdir?
Ali Asmaz, 1950 yılında, Zonguldak (şu an Bartın’a bağlı olan) Ulus İlçesi, Düz Köy’ünde doğdu. İlkokulu, Dereli Köyü İlkokulu’nda bitirdi. Ortaokulu, Zonguldak Merkez Üzülmez Ortaokulu’nda, öğretmen okulunu, Bolu Erkek İlköğretmen Okulunda, Eğitim Enstitüsünü Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü’nde tamamladı. 1972 yılında, Bitlis-Güroymak Ortaokulu’nda Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak göreve başladı. 1974 yılında üniversite imtihanlarına girerek, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünü kazandı. Çeşitli okullarda görev yaptıktan sonra 1980 yılı Mart ayında, Zonguldak Uzun Mehmet Lisesi tarih öğretmenliğine atandı. 15 Mayıs 1980’de Zonguldak Millî Eğitim Müdür Yardımcılığı görevine tayin edildi. 12 Eylül 1984’e kadar bu görevde kaldı. Bu tarihten sonra daha önce girmiş olduğu öğretim görevliliği imtihanını kazandığı için Hacettepe Üniversitesi Zonguldak Mühendislik Fakültesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Öğretim Görevlisi olarak göreve başladı. 15 yıl bu görevde kaldı. 1992’den itibaren de, Karaelmas Üniversitesi’nin kadrolu İnkılâp Tarihi Öğretim Görevlisi olarak görev yaptı. Bu süre zarfında, Zonguldak Mühendislik Fakültesi, Maden ve Makine Bölümleri’nin, Zonguldak Meslek Yüksek Okulu’nun, Alaplı Meslek Yüksekokulu’nun, Zonguldak Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu’nun, Bartın Orman Fakültesi’nin, Karabük Teknik Eğitim Fakültesi’nin İnkılâp Tarihi derslerini, muhtelif zamanlarda okuttu. 1999’a kadar Zonguldak Mühendislik Fakültesi Makine Bölümü’nün derslerini okuttu. 1999 yılında Üniversitedeki görevinden emekli oldu. Asmaz, evli ve 3 çocuk babasıdır.
Mezuniyetine aylar kala uzaklaştırıldı
Ali Asmaz’ın kızı Mücahide Nur Asmaz, başarılı bir öğrencilik hayatını sürdürdüğü Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi son sınıf öğrencisi iken başörtüsü yasağı sebebiyle 28 Şubat sürecinde okulundan uzaklaştırıldı. Mücahide Nur Asmaz, Hüseyin Hiçdurmaz’a bu süreçte yaşadıklarını anlatmıştı. Özetleyerek yayınlıyoruz.
UMARIM BİR GÜN BU GÖZÜ YAŞLI İNSANLAR GÖRÜLÜR
Ali Asmaz’ın kızı Mücahide Nur Asmaz, Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi son sınıf öğrencisi mezuniyetine aylar kala, başörtülü olduğu gerekçesiyle okuldan uzaklaştırıldı. Okul hayatı sona erince çevresinden aldığı olumsuz tepkiler ile zor günler geçiren Mücahide Nur Asmaz, şunları anlattı: “Bu tepkiler, başımı açmayı reddedip okulumu bırakmayı tercih etmemden kaynaklanıyordu. Ben bir yandan, üniversite yönetiminin baskısı altında okuldan uzaklaştırılmanın üzüntüsünü yaşarken, öbür yandan arkadaşlarımın, dostlarımın ve kendilerinden yardım beklediğim hocalarımın bu olumsuz tepkilerinin üzüntüsüne de katlanmak zorunda kalmıştım. Bu dâvâda yalnızlığa itildim. Onlar peruk takıp kalan 6 ayı tamamlamamı istiyorlardı. Ben hem okul yönetimine, hem de bu insanlara, haklı olduğumu anlatma çabası içine girdim. Günlerce düşündüm arkadaşlarımın, hocalarımın dediklerini yapmayı. Başımı açmaya bir türlü vicdanım razı olmadı. Örtünmem Allah’ın bir emriydi. Bunu yapmam benim hayatımın çöküşü demekti. Günlerce ağladım, gözyaşı döktüm. Bu gözyaşları ile Rabbim’e niyazda bulundum. Gözyaşlarının sel olduğu bir ülkede, bazılarının keyfine diyecek yoktu tabiî. Bu yüreği yaralı insanları görmeyen gözler, umarım bir gün görür. Keyfilik hiçbir zaman payidar olmamıştır, olmayacaktır da. Ben de yapılan bu haksızlığa sessiz kalamazdım. Avukatıma gittim. Üniversiteyi dâvâ etmeye karar verdik. Bursa 2. İdarî Mahkemesinde dâva açtık.”
MAHKEME KARARLARI BİLE HİÇE SAYILDI
Mücahide Nur Asmaz dâvâ sürecini şöyle anlatmıştı: “Tabiî bu uzun süren bir dâvâ oldu. Neticede Bursa 2. İdare Mahkemesi beni haklı buldu. Kaybettiğim haklarımın tamamının geri verilmesini hükme bağladı. Mahkemenin bu kararı bizleri çok sevindirdi. Ama bu sevincim uzun sürmedi. Üzülerek ifade edeyim ki üniversite yönetimi, mahkeme kararını bile hiçe saydı. Biz yine aynı lâfları dinledik: “Ya başını açarsın ya da fakülteye giremezsin, yasak!” Hukukî mücadelemiz yeniden başladı. Mahkeme ilk etapta yürütmeyi durdurma kararı aldı. Üniversitenin itirazı üzerine karşılıklı dâvâlar açıldı. Bunun sonucunda mahkeme bize uygulanan işlemin iptaline, masrafların iadesine karar verdi. Bu sebepten dolayı, sınav haklarım geri verildiği gibi, üniversite yönetimi mahkeme masraflarımı da ödemeye mahkûm oldu. Fakültemden ailemi arayıp, okula dönebileceğimi ve yeniden sınav hakkı verileceğini söylemişler(di). Ben de büyük bir ümitle okula gittim ve durumumun ne olacağını öğrenmek istedim. Başörtülü olarak öğrenci işlerine girmemem konusunda tekrar sözlü olarak uyarı aldım. Sınavlara ancak başı açık olarak girebileceğimi söylediler. Hukuk yolu ile elde ettiğiniz sonuçlara rağmen yönetim, keyfi uygulamalarında ısrar ediyordu.”
BAŞÖRTÜMÜZLE HİZMET ETMEK İSTİYORUZ
Başörtülü öğrencilerin başarılı olmasının bazı kesimler tarafından hazmedilemediğine de dikkat çeken Mücahide Nur Asmaz şunları söylemişti: “Evet bu başarılar, hiç kimse için şaşırtıcı bir sonuç olmamalıdır. İnancına bağlı ve inancının gereklerini yerine getirenler için bu normal bir sonuçtur. Fakat başörtülü öğrencilerin üniversite düzeyinde kazandığı bu başarılar, bu gerçeği biraz daha göze batar şekilde ortaya koymuştur. İnançlı kesimin tutumunda bir değişiklik söz konusu değildir. Değişiklik, toplumda azınlık sayılabilecek bir kesimin tavrında söz konusudur. Önyargıyla hareket eden bu kesimler hor gördükleri, cahil ve kültürsüz kabul ettikleri başörtülülerin bu başarılarını gördükçe şaşırmışlar ve bundan rahatsızlık duymuşlardır. Zaten yaşanan problemlerin kaynağında da bu psikoloji yatmaktadır. Aslında kardeşçe yaşamaya aykırı olan da bu tutumdur. Bizler de bu toplumun ferdiyiz. Devletimize, milletimize ve vatanımıza hizmet etmek istiyoruz. Başörtüsünün bu hizmetlere bir engel oluşturmadığı düşüncesindeyiz. Biz, ‘dünyada ne kazandığına sevinen, ne de kaybettiğine üzülen’ bir anlayışa sahibiz. Bu düşünceden hareket ederek, hukukî yollardan hakkımızı aramaya devam edeceğiz. Demokrasi diye yola çıkanlar demokrasiyi uygulamış olsalardı, böyle bir zulüm sözkonusu olmazdı, bu olumsuz tavırlar bizleri daha gayretli ve bilinçli olmaya itiyor, o kadar. Okumak bize Rabbimizin ilk emridir. Dolayısıyla bu emre muhatap olan bizler hem maddî-manevî ilimleri hem de Allah’ın âyetleri olan bütün kâinatı okumakla yükümlüyüz. Biz de bugün, inancımızla tahsil hayatımız arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyoruz. Sözde aydınların söyledikleri ile yaptıkları birbirine uymamaktadır. Bir taraftan ülkemizin doğu illerinde kız çocuklarının okutulması için propaganda yapıp, diğer taraftan ülkesine ve topluma faydalı olma düşüncesi taşıyan başörtülü kızları, üniversite kapısından geri çeviren bu insanlar nasıl tutarlı olabilirler.”
İNSANLAR DOĞRU BİLDİKLERİ ŞEYLERDE YANLIŞ YAPMAMALI
Türkiye’nin Avrupa Birliğine aday bir ülke olduğuna dikkat çeken Mücahide Nur Asmaz, röportajın devamında şu görüşleri dile getirmişti: “Türkiye’de ne zaman, ne olacağı belli olmuyor. Gündem sürekli değişiyor. Biz ümitliyiz. Haklarını yılmadan, haklı yollardan arayarak sabretsinler. Allah sabredenlerle beraberdir. Başarılı ve azimli bir öğrenciydim. Hocalarım ve okuldaki arkadaş çevrem de bunları bildikleri için, başımı açıp okuluma devam etmem konusunda sürekli telkinde bulunuyorlardı. Onlar belki kendilerince haklıydılar. Bugün ölsek, bize hangi üniversiteden mezun olduğumuz sorulmayacak. Hiçbir zaman başımı açıp okula gitme fikri aklıma gelmedi. Çünkü, insanlar doğru bildikleri şeylerin yanlışını yapmamalılar. Bir sınavda doğru bildiğimiz bir sorunun cevabını silip yanlış cevap yazar mıyız? Başı açıp okumak da aynı şey diye düşünüyorum. Doğruyu bile bile yanlış yapmak, kulun emri, Cenâb-ı Hakkın emrinin üzerine çıkmış gibi geliyor bana. Rabbim İnşaallah yanlış yaptırmaz.”
SON
MUSTAFA GÖKMEN [email protected]
|
12.03.2010 |