Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Tenkitlere açık olmalıyız |
Menfi diye tavsif ettiğimiz tenkitlerden kesinlikle kaçınmamız lâzım. Be nevi tenkitler, ekseriya muhatabı kınama, yerme, yargılama, kendimizi de övme ve methetme şeklindedir. İşte böyle ön yargılı, tahrik edici, küçük düşürücü tenkitlerden şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü iyi niyetle yapılmayan bu çeşit tenkitlerin herhangi bir fayda getirmeyeceğinin, aksine istenmeyen bazı tepki ve kırgınlıklara sebep olacağını unutmamak lâzım. Bir de müsbet tenkit var ki, burada gaye yerme, yargılama değil; hata ve kusurları teşhir değil, varsa eksik ve noksanları gidermektir; hata ve kusurları izale etmektir. Garaza dayanan, insaftan uzak, ölçüsüz tenkit ve ikazların muhatabı tahrik ederek, yanlışları savunma durumuna düşüreceğini bilip, bu nevi tenkitlerden de uzak durmanın gerekliliğini de bilmek lâzım. Tenkitlerde üslûbun, söyleniş tarzının da önemli olduğunu göz önünde bulundurmak lâzım. Söyleyeceklerimiz ne kadar doğru olursa olsun, sert ve öfkeli tenkitlerin muhatabı rencide edeceğini göz önünde bulundurarak, yumuşak ve okşayıcı bir üslûpla yapılacak tenkit ve uyarıların daha etkili olacağını bilmekte fayda var. Çok fazla tenkitçi olmanın da doğru ve yerinde bir davranış olmadığını; onun bunun hata ve kusurlarını araştırıp gün yüzüne çıkarmanın, başkalarının eksik ve noksanlarıyla meşgul olmanın hem kendi açımızdan, hem de çevremizdeki insanlar açısından tasvip edilecek bir meşgale olmadığını bilmemiz gerekir. Çünkü hep başkalarını tenkit etmeyi meslek edinen insanlar, zamanla kendi hata ve kusurlarını hep görmezlikten gelme, kendilerini adeta günahsız, kusursuz görerek, ucb ve gurura girerek manevî hayatlarını tehlikeye atarlar. Adına menfi tenkit dediğimiz bu gibi şevk kırıcı, yıkıcı tenkitlerden kaçınmamız gerekir. Ama müsbet tenkitler diye adlandırdığımız herhangi bir garaza, bir ard niyete dayanmayan samimî dostlardan gelen doğru, yol gösterici, tamir edici tenkit ve uyarılara her zaman açık olmada fayda var. Hata ve kusurlarımızı görebilme, yanlış söz, hal ve yaklaşımlarımızı düzeltmeye yarayan bu nevi ikaz ve tenkitlerin yapılması önemli bir ihtiyaç olsa gerek. Böyle yapıcı ve samimî tenkitler sayesinde ancak doğru bildiğimiz yanlışlarımızdan, bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günah ve kusurlarımızdan vazgeçme imkânı buluruz. Bu noktada Bediüzzaman’ın; “Boynumuzdaki bir akrep veya yılanı gösterene teşekkür etmek gerektir” sözünü akıldan çıkarmamak lâzım. Bu meyanda Bediüzzaman, bir müdürün kendisine karşı istimal ettiği tahkir edici, insafsızca sözler karşısında bakın neler söylüyor: “Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise; Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsimle musâlaha etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil; belki memnun olmak lâzım gelir.” Görüldüğü gibi Bediüzzaman, bir müdürün, hiç mesnedi olmayan, haksız, kasıtlı iftiralarına dahi nazar-ı müsamaha ile bakıyor, söylenen o asılsız iddiaları dahi tahlil ve değerlendirmeye tâbi tutarak, oradan da kendisine yönelik dersler çıkarmaya çalışıyor. Bu konuda biz de Bediüzzaman’ın yaptıklarını yapmaya çalışmalıyız. Böyle bir değerlendirme ve tavır içinde olmaya nefsimizi razı etmenin gayretinde olmalıyız. Başkalarını tenkit etme hususunda insafı, ölçüyü elden bırakmamalı, muhtemel incinmeleri, kırıcılıkları düşünerek, yumuşak ve yapıcı bir yaklaşım ve üslûbu tercih etmeliyiz. Şahsımıza yönelik tenkit ve uyarılar ne derece kasıtlı, ne kadar kırıcı ve yıkıcı da olsa kızmadan, kırılmadan, sabırla dinlemeli ve Bediüzzaman’ın yaptığı gibi, söylenenler asılsız, birer iftiradan da ibaret olsa, onlardan kendimize bir ders çıkarmaya çalışmalıyız.
14.03.2010 E-Posta: [email protected] |