Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yeni ibret dersleri |
Önce, görev yaptığı mescide bitişik mütevazi evinin enkazından, sekiz çocuğu ve eşiyle beraber sağ kurtulan İmam Abdullah’ın “Allah’ın bir ikazı” olarak yorumladığı, 200 binden fazla kişinin öldüğü Haiti; ardından ülkeyi 8.8 şiddetinde sarsmasına rağmen oldukça hafif atlatılan Şili depremi... Ve şimdi de bizi vuran Elazığ zelzelesi... Dünya, kaderin ince sırları, ibretli dersleri ve hikmetli mesajlarıyla sarsılmaya devam ediyor. Elazığ’daki ibret levhalarından bazıları: * Sabaha karşı meydana gelen depremde, namaz için erken kalkanların çoğu sağ kurtulurken, zelzele sonrasında minarelerden yükselen ezan sesleri, sair zamanlarla kıyaslandığında çok daha etkileyici bir manevî atmosfer oluşturmuş. * Eşiyle birlikte enkaz altında kalıp kurtarılmayı bekleyen köylülerden biri, epeyce o vaziyette bekledikten sonra, gücünün tükenmek üzere olduğu noktada, “Buradan herhalde sağ çıkamayacağız, haydi kelime-i şehadet getirelim” demiş ve son sözleri “Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh” olmuş. * Henüz iki haftalık bir bebek, onu korumak için üzerine kapanan gencecik annesi ile babaannesinin cenazeleri yanında sağ kurtulmuş. Hadise, yavrusu için kendi canını tereddütsüz feda eden annelerin şefkat kahramanı olduğu gerçeğini teyid eden yeni ve çarpıcı bir örnek olmuş. * Enkaz altında kalarak vefat eden dört kızkardeşin ve bilhassa okuyup tahsilini ilerletmeye çok istekli olduğu belirtilen Gönül’ün yürek burkan acı “son”ları, genç-yaşlı ayırmadan her an hepimizin başına gelebilecek olan ölüm gerçeği karşısında, uzun vadeli gelecek planları yapmanın yersizliğini herkese bir defa daha hatırlattı. * Kendisi çalışmak için İstanbul’da olan inşaat işçisi babanın, uçağa yetecek parası olmadığı için, depremde vefat eden eşiyle yavrusunun cenazesine yetişememesi, yürekleri sızlatan yeni bir fakirlik tablosu olarak hafızalarda yer etti. Şimdi geride kalanlar, bir taraftan kaybettikleri yakınlarının acısına; diğer taraftan dışarıda geçirilen soğuk ve karanlık gecelere alışıp, depremin herşeyiyle yerle bir ettiği hayatlarını tekrar kurmaya çalışıyorlar. Allah yardımcıları olsun. Ölenler için üzülürken, aynı zamanda onların gıpta edilecek şehitlik mertebesine ulaştıklarını ve içlerindeki bebeklerle gençlerin, tehlikelerle dolu dünyanın kirine pasına bulaşmadan doğrudan Cennete alındıklarını gözden kaçırmayalım. Allah onları, sağ kalan yakınlarından daha çok seviyormuş ki, bekletmeden huzuruna celb etti. Ne mutlu onlara... Bizler için ise hayat şimdilik devam ediyor. Peki, bu depremle verilen manevî ve maddî her türlü ikaz ve dersi çıkarıp, gereklerine uygun bir şekilde kendimize çekidüzen verebiliyor muyuz? Bizim için asıl mesele bu... Allah bize de hayat sayfalarımızı ter temiz bir şekilde kapayıp, iman-ı kâmil ve hüsn-ü hatime ile berzah âlemine intikal mazhariyetini bahşetsin. *** Diyarbakır-Bursa maçında tekrarlanan gerginlik, bize son şahitlerden Mehmet Taktak’ın anlattığı şu ilginç ve anlamlı anekdotu hatırlattı: “1957 yılı olduğunu zannediyorum. Bolvadin ile Emirdağlı gençler futbol maçı yapıyorlardı. Bu maç esnasında âniden aralarında kavga çıkmış; Bolvadinliler ile Emirdağlılar taşlaşmaya başlamışlardı. Ertesi gün misilleme olarak Emirdağlı bir grup genç benim oradaki dükkânımı taşa tutmuşlardı. Kalabalık ve gürültü çoğalınca Üstad evinden aşağıya indi. Köşe başında durarak kalabalığa hitaben bir konuşma yaptı, ‘Durun’ dedi; ‘sizler hepiniz kardeşsiniz, birbirinizin kusurlarını görmemeniz lâzımdır, birbirinizi affediniz.’ Kalabalık biraz sakinleşmişti. Üstad konuşmasına devam ederek, ‘Eğer sizler barışıp dağılmazsanız, ben de burayı terk ederim’ diye buyurdu. Üstadın bu konuşmasından sonra kalabalık büyük bir sükûnetle dağıldı.” (c. 4, s. 96)
14.03.2010 E-Posta: [email protected] |