Basından Seçmeler |
Her cumhuriyet demokrasi değildir ki...
SOYUT kavramları somut durumlara uyarlamak konusunda da, kavramları doğru değerlendirmek meselesinde de kafa karışıklıkları yaşadığımız kesindir. Örneğin defalarca “Hukukun üstünlüğü” denildiği zamanlarda bundan “Üstünlerin hukuku” nu anlamadık mı? Veya “Cunta kurmak mı” yoksa “Cuntacıları ihbar etmek mi” ahlaka ve hukuka daha uygundur sorunsalını da, kafamızda bir çözüme bağlamış değiliz. Bunun gibi “Cumhuriyet” ile “Demokrasi” yi de sık sık eş anlamlı kavramlar gibi kullanmadık mı? İki gün önce Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk Star’daki köşesinde Régis Debray’in kamu hukukunda kaynak gösterilen bir incelemesini (Etes-vous démocrate ou républicaine? Le Nouvel Observateur, 30 Novembre - 6 Décembre 1989) temel alarak, kesip saklanması gereken bir “Cumhuriyet-Demokrasi” karşılaştırması yapmıştı. Gözden kaçıranlar için hatırlatayım: - Cumhuriyet insanı soyut akılcıdır; bu nedenle üretken değildir. Demokrasi insanı hem akılcı, hem de somut deneycidir; dolayısıyla üretkendir. - Tekelci kültür ve yurttaşlık yükümlülüklerine dayanan cumhuriyet, bütüncüdür; merkezcidir. Devletin gerçeği, bireyin gerçeğine üstündür; dayatıcıdır. Çoğulcu kültür ile haklara ve özgürlüklere yaslanan demokrasi bireycidir; gerçekçidir, yereldir, merkezciliğe karşıdır. Kim kimi yönetir? - Demokraside herkesin bir gerçeği vardır. Devlet ve hiç kimse “ben senden daha iyi düşünüyorum” deme lüksüne sahip değildir. - Cumhuriyette devlet toplumu yönetir. Demokraside toplum devleti yönetir. - Cumhuriyetin gözünde toplumun üyeleri eğitilesi birer öğrencidir. Devlet, babadır, öğretmendir, eğitmendir. Cumhuriyet toplumu okula benzetmeye yeltenir; eleştirel akıldan uzaklaşır; koşullanmış beyinleri çoğaltır; önce yurttaşı, sonra bireyi yaratmayı amaçlar. - Demokraside toplumun her üyesi görüşü alınacak birer ergindir. Devlet ne babadır, ne öğretmen, ne de eğitmen. Demokrasi okulu topluma benzetmeye çalışır; eleştirel aklı özendirir; “düşüncesi, bilgisi, vicdanı özgür” ve ahlaklı bireyleri çoğaltır. Demokrasi önce bireyi, sonra yurttaşı oluşturmayı amaçlar. - Cumhuriyette hukuku devlet üretir. Devleti memurlar yönetir. Devletin sınırını devlete bağımlı hukuk çizer. Bu nedenlerle cumhuriyet sorunları yukarıdan aşağıya doğru devlet memurlarıyla çözer. Çözemeyince yargıya başvurur.
Hukuku kim üretir? - Demokraside ise hukuku halk üretir. Devleti devletten bağımsız hukuk yönetir. Devletin sınırı hukukun üstünlüğü ilkesince önceden çizilmiştir. Demokrasi, sorunları toplumların bütün katmanlarını sürece katarak yatay boyutta ve yansız hakemlerle çözer. Çözemeyince, çaresiz kalınca yargıya başvurur. - Cumhuriyet eşitliği sever ve savunur, ama eşitlikçi (égalitariste) değildir. Demokraside herkes, birey de, devlet de hukuk karşısında eşittir. Sami Selçuk’un bu listesini, tabii ki daha da açması gerekiyor. Örneğin “Liberal demokrasi” ile “Halk demokrasisi” arasındaki farklar da bilinmeli. Ancak “Totaliter cumhuriyet” ile “Demokrasi”nin birlikte olamayacakları da artık bilinmelidir. Tabii bu arada “Kuvvetler Ayrılığı” denilince de “Kara-Hava-Deniz Kuvvetleri” ni anlamak konulu takıntılar da geride bırakılmalıdır.
Mehmet Barlas, Sabah, 12 Mart 2010 |
13.03.2010 |
Gladio dimdik ayakta
SİVİL arabalarda gezen bombalardan... “İyi saatte olsunlar”ın Nevruz’da başa çıkılamayacak türden provokasyonlara hazırlanmasından... Şemdin Sakık’ın 28 Şubat’taki alçakların alçaklıklarını da sergileyen yeni kitabından... Askeriyenin hiddetle Sayıştay denetimine “vatan, millet, Sakarya” edebiyatıyla karşı çıkmasından söz etmiyorum. Söz ettiğim şey, 16 Mart Katliamı’nı, göz göre göre “zaman aşımına” uğratan devlet içindeki irade... Biliyorsunuz, Yargıtay, 16 Mart 1978’de meydana gelen katliamla ilgili davanın “zaman aşımı”nı önceki gün onayladı. Ve böylece dava, 33’üncü yılında ikinci kez kapandı. *** 16 Mart nedir? Vikipedia şöyle yazıyor: “16 Mart Katliamı, 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırıdır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencisi olan ülkücü öğrencilerin içinde gizlice faaliyet gösteren genç bir istihbaratçı, İstanbul Emniyeti’ne geçtiği bilgi notunda, ülkücülerin 8-10 gün içinde İstanbul Üniversitesi çıkışında solcu öğrencilerin üzerine ‘dinamit atıp, silahlı tarama yapacakları’nı bildirmiştir. Emniyet arşivine 7 Mart 1978 tarih, 1.D.2.12780 koduyla girip resmiyet kazanan bilgi notunda belirtilen yer ve tarihte gerçekleşen katliama engel olunmadı. Bilgi notu katliamla ilgili soruşturma ve yargılamalar sürerken hiç ortaya çıkmadı. Olaydan 19 yıl sonra dava ikinci kez açılıncaya, bilgi notunun yazılışının üzerinden 22 yıl geçinceye kadar. Şükrü Balcı ve Süreyya San’ın aralarında bulunduğu polis şefleri ‘görevlerinde kayıtsız kalmak’la, Reşat Altay ise saldırıya uğrayan öğrencileri dağılma noktasına kadar koruma altında tutması gerekirken üniversite kapısında terketmekle suçlandılar. İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK 230 uyarınca görevi ihmalden yargılanıp, delil yetersizliğinden beraat ettiler. Sanık emniyetçiler hakkında verilen tek ceza polis başmüfettişlerinin önerdiği disiplin cezası niteliğindeki ‘ihtar’ cezası olmuştur.” *** Katliamı yapanların bu kadar açıkça ve bu kadar uzun bir süre himaye edilmesi, Ergenekon’un sapasağlam ve dimdik ayakta olduğunu göstermekte. Cinayetin nasıl zaman aşımına uğradığının izini sürün, tartışmasız bir biçimde Gladio’nun adresini bulursunuz... İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı, 30 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunun anlaşıldığından davanın ortadan kaldırılması gerektiğini belirttiğinde, ben bir yazı yazmış, dönemin Adalet Bakanı ve şimdiki Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’e şöyle seslenmiştim: “Geçen hafta cezaevinde kötü muamele yüzünden ölen tutuklu Engin Ceber’in yakınlarından devlet adına özür dileyerek buralarda rastlanmayacak cinsten bir uygarlık adımı atan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e bir sorum var: Sayın Bakan, bu kadar önemli bir dava, kimler tarafından ve nasıl bir himaye görerek zamanaşımına uğratıldı? Ölenler bakan, milletvekili, emniyet müdürü ya da general olsaydı, dava aynı akıbete uğrar mıydı? Oralarda, kimler tarafından ve nasıl işlendiğini bildiğimiz katliamları koruyarak Ergenekon adına gözdağı veren ve yargıdan daha güçlü olan birileri mi var? Cevaplarsanız çok sevineceğim.” *** Bomba patlamasından beş dakika sonra tesadüfen olay yerinden geçtiği için katliamın görgü tanığı sayılabilecek olan dönemin Adalet Bakanı, şimdiki Meclis Başkanımız Mehmet Ali Şahin bu yazı üzerine beni aramış ve... Yazıyı dikkatle okuduğunu ve “bu davanın nasıl zamanaşımına uğradığını bir kez de kendi kendine sorduğunu” söylemişti. Ardından, Ceza ve Tevkif İşleri Genel Müdürü’nü aradığını... Aynı soruyu yönelttiğini... Genel Müdür’ün de aynı soruyu mahkemeye aktardığını anlatmıştı. Mahkeme ise Adalet Bakanlığı’na duruşma zabıtlarını göndermiş... Bakan bakmış ki sorun çözülmüyor, iki müfettiş görevlendirmiş...
Mehmet Altan, Star, 12 Mart 2010 |
13.03.2010 |
Tek yol demokrasi
SOHBET sırasında Demirel “bütün bu işlerin (darbelerin, muhtıraların) başı 27 Mayıs 1960 ihtilalidir” dedi. “Havuza bir taş at” diye ekledi: Dalgalar oluşur, gider havuzun duvarına vurur. Sonra geri gelir. Havuzun/ortalığın eski halini alması zaman ister. *** Demirel “havuz” değil, “kuyu örneği” de verebilirdi. “Biri” taşı atar... Sonra çıkarabilmek için uğraş dur. 1960’tan sonra yaşananlar ortada. *** Süleyman Bey’le dün sabah “geniş bir ufuk turu” yaptık. Bugün yazdıklarımız “sohbetin özeti.” Demirel, konuşma sırasında belki 40 kez “sivil yönetim” dedi, “demokrasi” dedi. Evet “tek yol demokrasi.” *** Perdenin arkası Muhtıraların, ihtilallerin “arka planında” kimler ve neler var? “Müdahaleye zemin hazırlamak için” kimler, hangi odaklar devreye giriyor? “Derin devletin” rolü ne? Bazı “gruplar” ya da “çeteler” bu amaçla ne tür işler “çeviriyorlar?” Süleyman Demirel’in yanıtı: Bunları çok derinine bilmek mümkün değil. 12 Mart 1971’in öncesinde öğrenci hareketleri vardı... 1968’de bütün dünyada başlayan hareket. 1980 ihtilalinden sonra bir orgeneral dedi ki: Aslında ihtilali bir yıl önce yapacaktık ama ortam olgunlaşsın diye bekledik. *** Askerin ‘destekçileri İhtilali yapanlar, muhtırayı verenler “gücü cesareti” nereden alıyorlar? “Bu işlerin” senaryo yazarları kimler? “Arka planda” kim kime gaz veriyor? “Ne tür dümenler” çevriliyor? Demirel’e “bunları” da sorduk. Süleyman Demirel: Asker, bu çeşit işleri yaparken yalnız değil... Destekçileri var. Kamuoyu desteği... Olaya çok yalın bakılmamalı... Bazı dernekler, cemiyetler. Medya desteği. Müdahale oldu. Türkiye rahatladı iddiaları... İyi ya kan durdu, fena mı gibi sözler, yayınlar. Burada en önemli nokta şu: Halk, rejime sahip çıkacak.
Yavuz Donat, Sabah, 12 Mart 2010 |
13.03.2010 |