M. Latif SALİHOĞLU |
|
"Roman"tik takılmadan |
Bu ülkenin horlanmış, dışlanmış, itilmiş–kakılmış sosyal tabakaları arasında hiç şüphesiz ki Romanlar da var. Bazı yörelerde "Çingene" de denilen Roman vatandaşların, uzun yıllardan beri "ikinci sınıf vatandaş" muamelesine tabi tutulduğu da bir gerçek. Oysa, böylesi bir ayrımcılığın ne hukukta yeri var, ne insanlıkta, ne de Müslümanlıkta. Ne var ki, bu vatanda ezilen, dışlanan, horlanan sadece Romanlar değil. Bilhassa son seksen–doksan yıllık süreçte "kendi gibi", yani olduğu gibi görünmek ve yaşamak isteyen hemen bütün kesimler zalimâne pençeler altında ezilmiş, horlanmış itilip kakılmışlardır. Bir tek dönmeler, masonlar ve Sabetaycılar hariç... Etnik ayrım yapılmaksızın, dindar Müslümanların, yani camisine, mescidine, Kur'ânına, ezanına, örfüne, an'anesine, tekke ve medresesine bağlı olan mutlak ekseriyetin tamamı dayanılmaz zulümlere, baskılara mâruz bırakılmışlardır. Bunlardan sayılamayacak çok vatandaşı asmış, kesmiş, hapis, zindan ve sürgün ile cezalandırmışlardır. Bu genellemenin haricinde, ayrıca katliâma varan mezalime uğrayan kesimler vardır ki, onları da şöylece sıralamak mümkün: Kürtler, Aleviler, Rumlar, Ermeniler... Çeşitli sebep ve bahanelerle bunları ezip sindirmeye çalışmışlardır. Zahirî gerekçe Türklük, Türkçülük... Hakikatte ise, bunların tamamını Türk'e düşman ederek, o büyük İslâm unsurundan intikam alma maksadı güdülüyor: Bin yıl müddetle İslâma bayraktarlık seviyesinde hizmet etmiş olmasının intikamı... Romanların durumu ise, diğerlerinden biraz farklılık arz ediyor. Hükümetler, doğrudan Romanları hedef alarak onlara yönelik baskıcı politikaları gütmüş, uygulamış değil. Hükümetlerin bu meseledeki zaafı ve ihmali, diğer vatandaşlar tarafından horlanan, dışlanan Romanlara sahip çıkmaması, onların temel insanî hak ve hukukunu muhafazaya çalışmaması noktasında karşımıza çıkıyor. Evet, Romanların en büyük sıkıntısı, cemiyetin diğer sosyal tabakalarından mâruz kaldıkları dışlayıcı, küçümseyici nazar ve gördükleri bed muameledir. Yerleşik medenî hayata uyum sağlama zorluğu çeken Romanların en büyük handikapı ise, aralarında barınan bazı ferd ve ailelerin hırsızlığı meslek edinmeleridir. Etraftan, mahallelerden atık eşya (kâğıt, metal, plastik...) toplama bahanesiyle, ne yazık ki bazı Romanlar düpedüz hırsızlık yapıyor. Hem de gayet şirret bir şekilde. Tıpkı, yavuz hırsız misâli. Bizzat şahit olduğum için, bu derece kesin ve net konuşuyorum. Ancak, bu durum, bütün Romanları bağlamaz ve bağlamamalı. Bir askerin hata yapması, bir memurun rüşvet alması, nasıl bulundukları camiayı karalamayı gerektirmiyorsa, bazı Romanların hırsızlığı da, bütün bir camiayı karalama gerekçesi sayılamaz. Üstelik, bugün hırsızlık yapan sadece Romanlar değil. Ülkenin her yerinde türemiş öylesine profesyonel, hatta canavarlaşmış öyle hırsızlar var ki, Romanlara rahmet okutacak cinsten. O halde, bu gibi meselelere bakarken "Roman"tik takılmadan, objektif bir nazarla bakıp ona göre değerlendirme yapmak lâzım. Aksi halde, bir kesimin hakkını savunalım derken, bir başka kesimi rencide edebilir, yahut bir başka kesimin hukunu çiğneme hatasına düşebiliriz.
Tarihin yorumu 16 Mart 1921
Moskova Antlaşması ve ötesi...
Ankara hükümeti ile Moskova hükümeti arasında yapılan ilk resmî antlaşma 16 Mart 1921'de imzalandı. Türk heyetini Ali Fuat Paşa, Dr. Rıza Nur ile Yusuf Kemal Bey temil ediyordu. Rus heyetinin başında ise Dışişleri Komiseri Çiçerin vardı. (Çiçerin'in yardımcılarından biri Türk asıllı bir diplomattı.) Bu tarihten evvel de iki ülke arasında birtakım temaslar kuruldu; ancak, istenen ve umulan netice bir türlü sağlanamadı. Rusya, İstiklâl Harbinin en sıkıntılı günlerinde, yani Ankara hükümetinin en sıkışık olduğu dönemde, anlaşmaya yanaşmıyordu. Kafkas Bölgesindeki bazı şehirlerin Ermenilere verilmesini şart koşuyordu. Bunun üzerine harekete geçen Karabekir Paşa, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır'ı Ermeni Taşnaklardan temizleyerek, onları Gümrü'ye kadar geriletti. Burada 3 Aralık 1920'de imzalanan antlaşma ile, sınır tesbiti yapıldı. Bu muzafferiyetten sonra, Moskova nezdinde Rusya ile yeniden temaslar kuruldu. Batum'un Gürcistan'a (dolayısıyla SSCB'ye) terk edilmesi karşılığında, 16 Mart 1921'de anlaşma sağlandı. Buna göre, Rus hükümeti Ankara hükümetine silâh ve para yardımında bulunacak. Yardımlar, Kurtuluş Savaşının sonlarına kadar kademeli şekilde parti parti gelmeye devam etti.
Kabiliyetler biçildi
Ermenilerle yapılan Gümrü Antlaşmasının kahramanı, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir'dir. Millet Meclisi adında diplomaside kazanılar ilk zaferdir. Rusya ile yapılan Moskova Antlaşmasının kahramanları ise, Ali Fuat Paşa ile Dr. Rıza Nur'dur. İşte, gerek askeriye ve gerekse diplomasideki bu kabiliyetli kahramanlar ile onlarla birlikte hareket eden İstiklâl Harbinin bütün gerçek kahramanları, 1924'ten itibaren teker teker ve gruplar halinde biçilmeye başlandı. Bu şöhretli isimlerden kimi siyasetten, kimi Ankara'dan, kimi de Türkiye'den uzaklaştırılarak hayatları karartıldı, ikbâl ve istikbâlleri söndürüldü.
16.03.2010 E-Posta: [email protected] |