Basından Seçmeler |
Başbuğ topu hükümete attı
GENELKURMAY Başkanı İlker Başbuğ, Milliyet’ten Fikret Bila’ya yaptığı açıklamada, Albay Dursun Çiçek’in hakkında kamu davası açılmadan açığa alınmasının mümkün olmadığını belirtirken, “Kamu davasının açılması bir iddianın ilgili mahkeme tarafından kabul edilmesi demektir. Daha henüz öyle bir şey yok Ama böyle bir şey olsa da ilgili makamların takdirine bağlı” diyor. Başbuğ, bu açıklamanın hemen akabinde Bila’nın “O da Milli Savunma Bakanı’nın yetkisine bağlı değil mi?” şeklindeki sorusuna, “Evet” cevabını veriyor. Başbuğ, bu açıklamasına dayanak olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 65. maddesini gösteriyor, Bu açıklamadan özetli çıkan iki sonuç var: 1-Çiçek hakkında henüz dava açılmadığı için işlem yapılamaz, 2-Dava açılsa bile biz değil Milli Savunma Bakanı açığa alabilir, o da takdire bağlı. O maddenin a bendi aynen şöyle: “Haklarında ölüm veya ağır hapis cezasını gerektiren veya yüz kızartıcı bir suçtan ya da taksirli suçlar hariç olmak üzere 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir cürümden veya emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarından dolayı kamu davası açılanlar mensup oldukları bakanlıklarca açığa çıkarılabilirler.” Genelkurmay başkanının söyledikleri özü itibariyle doğrudur. 1-Çiçek hakkında henüz kamu davası açılmadı, 2-Açığa alınması Milli Savunma Bakanı’nın takdirine bağlı. Çiçek, Genelkurmay karargahında çalıştığı için durum böyle. Sözkonusu askeri personel Jandarma’da görevliyse bu kez açığa alma yetkisi Milli Savunma değil İçişleri Bakanlığı’nın ukdesindedir. Devam edelim... Çiçek hakkında dava açılmadı, yarın dava açılırsa nasıl bir yol izlenir göreceğiz. Ancak, sözkonusu yasa hükmüne tabi olarak haklarında dava açıldığı halde koltuklarını koruyan çok sayıda muvazzaf subay var. Mesela; Kayseri Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz hakkında 7 defa ömür boyu hapis cezası istemiyle açılmış dava devam ediyor. Açığa alındı mı? Hayır. Aynı şekilde 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk hakkında açılmış Ergenekon davası var. Açığa alındı mı? Hayır. Eskişehir Jandarma Alay Komutanı Albay Recep Gençoğlu Saldıray Berk gibi aynı davanın sanıkları arasında. Açığa alındı mı? Hayır. Demek ki, Başbuğ’un Çiçek’in durumuna ilişkin getirdiği yasal izahat, pratikte çok anlamlı gözükmüyor. Eğer, “Sorumluluk Milli Savunma ve İçişleri’ne aittir” diyerek topu bakanlıklara atıyorsa, durum farklıdır. Röportajın seyrinden ve yukarıdaki ifadelerden böyle bir sonuca ulaşmak mümkündür. Bu durumda Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e iki sorum var: 1-Başbuğ’un ifade ettiği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 65. maddesine göre, haklarında 5 yıl ve daha fazla ceza gerektiren suçlardan dolayı haklarında dava açılmış muvazzaf subayların açığa alınma yetkisi sizde olduğu halde, Saldıray Berk’i neden açığa almadınız? 2-Bu konuda Genelkurmay Başkanı’nın bir ricası oldu mu? İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a da sorularım aynı minvaldedir: 1-Haklarında dava açılmış veya iddia bulunan emniyet genel müdür yardımcılarını görevden alırken, aynı gerekçeyle Albaylar Cemal Temizöz ve Recep Gençoğlu’nu açığa alma yetkinizi neden kullanmadınız? 2-Bu konuda Genelkurmay Başkanı’nın bir ricası oldu mu? Şimdi iki bakana ortak sorum var: Yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu böyle emretse de fiilen durum farklı mıdır? Yani, o kanun maddesi hikaye midir? Son sorum topluca hükümete: Genelkurmay Başkanının “Yetki bende değil Milli Savunma ve İçişleri’nde” sözleri karşısında bu üç komutanı açığa alma konusunda ne düşünüyorsunuz? Eğer bu yetkinizi kullanmak istemiyorsanız, görevden aldığınız Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Celal Uzunkaya ve Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal’a koltuklarını iade edin. Hakta eşitlik sağlayamıyorsanız, hiç olmazsa haksızlıkta eşitlik sağlayın. Sakın ola askeri bahane etmeyin, Başbuğ topu size attı. Direğe mi çarptırırsınız, auta mı atarsınız yoksa gole mi çevirirsiniz, maharetinize bağlı, bilin ki artık top sizde...
Şamil Tayyar / Star, 15.3.2010
************************************************************************************************** |
16.03.2010 |
Ergenekon’a derin operasyon
ANKARA’NIN baş döndüren gündemi arasında çok dikkat çekmedi ama başta Ergenekon soruşturması olmak üzere Balyoz’dan KCK’ya kadar bütün davaları etkileyebilecek önemli bir gelişme yaşanıyor. Konu, fazlasıyla teknik, hatta karışık gelebilir. Detaylara boğulmandan meselenin özünü anlatmaya çalışalım. Ankara Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden, 1 Mart günü Asliye Ceza Mahkemesi’nde on terörle mücadele polisi hakkında ‘görevi kötüye kullanma’ iddiasıyla dava açtı. Benzerlerine çok rastlandığı için bu dava dikkat çekmedi. Fakat detayına inince kazın ayağının pek öyle olmadığı görülüyor. Özden’in iddianamesine göre polisler İşçi Partisi’ndeki aramada usulsüzlük yaptılar. Zaten İP’in iddiası da delillerin usulsüz toplandığı yönündeydi. Uzmanlar İP’in başvurusunun çok zekice kurgulandığında hemfikir. Mahkeme savcının iddialarını yerinde bulursa başta Ergenekon olmak üzere, halen soruşturulması süren avukat Serdar Öztürk ve emekli Albay Levent Göktaş hakkındaki arama kararları da etkilenecek. Malum, Serdar Öztürk’ün ofisinde yapılan aramada meşhur İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nın kopyası çıkmıştı. Levent Göktaş’tan ise kamuoyunda 51 nolu DVD olarak bilinen ve içinde yüksek yargıçlara yönelik şantaj iddialarının olduğu CD çıkmıştı. Hatta şunu da söylemek mümkün. Bu davanın seyrinden KCK, El Kaide ve örgütlü tüm suçları kapsayan davalar etkilenecek. Süreci ve iddiaları özetlersek... İP avukatları 02 Haziran 2008’de mahkemeye başvurarak 21 Mart tarihli İP’te yapılan arama ve el koymaların usulsüz olduğunu iddia etti. Dilekçede gerekçelerini sıraladılar. İddialarına göre mahkemenin arama kararında bilgisayarların incelenmesi yok, gece saatlerinde arama yapılamaz ve en önemlisi İstanbul’daki savcılar Ankara’da arama kararı veremez. Savcı Özden tarafından hazırlanan ve 1 Mart’ta kabul edilen iddianame neredeyse İP’in tüm itirazlarını geçerli bulmuş. Fakat iddianame ve eklerindeki bilirkişi raporu insana ‘acaba’ dedirtmiyor değil. Çünkü konunun uzmanları iddianameyi çelişkili buluyor. Ayrıca bilirkişi raporlarında da bir tuhaflık var. Şöyle ki, iddialara göre savcı Özden, bilirkişi heyetine eksik bilgi verdi. Özden’in bilirkişi heyetine 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin arama kararını vermediği iddiası var. Savcı ve bilirkişi ‘bilgisayarların incelenmesi ve el konulması için mahkeme kararı olmadığı’nı savunuyor. Oysa 21 Mart 2008 tarih ve 425 Sayılı İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar bilirkişi raporunda yok. Ayrıca mahkeme kararında bilgisayarlar ve iletişim malzemelerine el konulabileceği açıkça belirtilmiş. Yine İP’in iddiasına göre ‘konutta veya kapalı yerlerde gece arama yapılamaz.’ Fakat yine ilgili mahkemenin kararında açıkça iş bitene kadar -gerekirse gece dahil- ibaresi açıkça yazıyor. Yine İP’in iddiasına göre arama sırasında birçok İP yöneticisi binaya alınmadı. Bu yüzden arama sırasında bazı şeylerin polis tarafından koyulmuş olabileceğini iddia ediyorlar. Gerçi bu tüm Ergenekon sanıklarının ortak savunması. Ama bütün arama el koyma tutanaklarında parti yöneticilerinin imzası var. Orada da ayrı bir çelişki var. Savcı Özden’in iddiasına göre İstanbul Özel Yetkili Mahkemesi, Ankara’da arama kararı vererek yetkisini aştı. Eğer bu tez doğru kabul edilirse yandı gülüm keten helva. Çünkü DHKP-C, El Kaide, MLKP ve KCK operasyonlarıyla muhtelif suç örgütlerine yönelik operasyonlar tek merkezden yürütülüyor. Bu arada Özden’in iddianamesine karşı mütalaa hazırlayan profesör heyeti savcıların CMK 251-3 uyarınca ülke genelinde yapabileceğini söylüyor. Özetlemek gerekirse. Ankara Savcılığı İP’in iddialarını ciddiye alıp polisler hakkında dava açtı. Eğer mahkeme iddiaları karara bağlar ve işlemin usulsüz olduğuna hükmederse ülke gündemindeki çok sayıda olayın seyri değişir. Bu konuda hukukçuların görüşleri farklı. Bir kısmı iddiaları ‘mantıklı’ bulurken hayli geniş bir kesim de ‘Bu dosya davaların seyrini etkilemez’ görüşünde. Fakat burası Türkiye. Rutin bir davadan çıkacak karar her şeyi etkileyebilir.
Adem Yavuz Arslan / Bugün, 15.3.2010
************************************************************************************************** |
16.03.2010 |
Abartı-Yorum Haber Merkezi’nin abarttığı haberleri veriyoruz
MEMLEKETTE ihtiyaç hâsıl olunca düzenlenen geleneksel, “Gazeteler Genelkurmay Karargâhı’nda Festivalinin kış etkinlikleri sona erdi. Festivale bu sene üç gazete iştirak etti. İlk sırada Hürriyetin, ardından Habertürk’ün sahne aldığı organizasyonda son olarak Milliyet gazetesi yeteneklerini sergiledi. Her zamanki gibi renkli görüntülere sahne olan festivalde gazetelerin yayın yönetmenleri ile Ankara temsilcileri Genelkurmay Başkanı ve bazı komutanlarla doyasıya sohbet etme olanağı buldular. Festivalin, “Yediğin içtiğin senin olsun bana haber değeri olan bir şeyler anlat” bölümünde birinciliğe layık gazete görülmezken, ikinciliği Hürriyet ve Milliyet paylaştı. Habertürk ise mansiyonla yetindi. Festivalin “Genelkurmayda zaman” adlı bölümünde ise Karargâh’ta tam beş saat geçirmeyi başaran Habertürk gazetesi açık ara farkla birinciliği elde etti. Bu dalda Hürriyet ve Milliyet “ümit vaat ettikleri” gerekçesiyle mansiyon kazandı. Jüri özel ödülleri, “Bir ben vardır bende benden içeri” dalında Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a verilirken; “Yok aslında birbirimizden farkımız...” dalında da her üç gazete arasında paylaştırıldı. Etkinliğin “Sorulmayan sorular” kategorisinde verilecek ödül ise festivalin sponsorluğunu üstlenen OYAK tarafından ani bir, kararla iptal edildi. Sponsor firma tarafından düzenlenen basın toplantısında, “Dünyada eşi benzeri olmayan bu festivalin gerçekleşmesine emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Festivalimiz ihtiyaç olduğunda dört mevsimde her iklimde sürecektir” dendi. Basın toplantısında daha sonra sponsor firma yöneticileri, “bir iki üç... tıp!” diyerek herkesi sessizliğe davet etti ve o anda barkovizyona, “Genelkurmay susarsa Türkiye susar” yazısı geldi. AbartıYorum’a ulaşan bilgilere göre, bu sırada bazı genel yayın yönetmenleri “güzel manşet olur” diyerek bu sloganı not aldılar. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nin (ÖSYM), Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un Milliyette yer alan röportajından sonra harekete geçtiği belirtildi. Adının açıklanmasını istemeyen bir ÖSYM yetkilisi AbartıYorum’a yaptığı açıklamada, “Sayın Başbuğ İrtica Eylem Planı üzerinde Askerî Savcılığın yürüttüğü kriminal inceleme konusundaki açıklamalarıyla müthiş bir havuz problemine imza attı. Biz de bunu soru haline getirip sınavda sormayı planlıyoruz” dedi. Yetkili, ısrarlı sorularımız üzerine bu müthiş havuz problemini şöyle anlattı: “Bilindiği gibi söz konusu belgenin aslı şu anda Askerî Savcılık’ta bulunuyor. Ancak Sayın Başbuğ, üzerinde kriminal incelemeler yapıldıktan sonra belgenin orijinal olup olmadığının anlaşılacağını söylüyor. Yine söylediklerinden anlıyoruz ki belge üzerinde yapılacak kriminal parmak izi incelemesi, kullanılan kimyasallar nedeniyle hasar yaratacak. Bu nedenle Askerî Savcılık hem şüphelinin avukatlarına hem de istanbul Başsavcılığına ‘Ne diyorsunuz’ diye sormuş. Şüphelinin avukatları ‘yapılsın’ demiş hemen. İstanbul Başsavcılığı ise henüz cevap vermemiş. İşte kazık pardon müthiş havuz problemi burada ortaya çıkıyor. Çünkü iki ihtimal var. Ya belge hasar görme riskine rağmen incelemeye girecek ya da risk alınmayıp inceleme yapılmayacak. Birinci ihtimalde planın orijinal olduğu yönünde kanaate varılsa bile belge hasar gördüğü için artık altındaki imzanın şüpheli tarafından mı atıldığı yoksa makineyle mi atıldığı, imzanın tarihi, ne zaman atıldığı gibi unsurların belirlenmesi imkânsız olacak. İkinci ihtimalde ise hasar görmesin diye incelenmediği için belgenin orijinal olup olmadığının belirlenemediği söylenecek. Yani neresinden tutulsa çözülmesi zor, sıkı bir problem var ortada...” Aynı yetkili, bu konuda dünya çapında uzman profesörle çalışacaklarını ve probleme bir cevap bulabilirlerse üniversite sınavında soracaklarını sözlerine ekledi.
Demiray Oral / Taraf, 15.3.2010
************************************************************************************************** |
16.03.2010 |