Basından Seçmeler |
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
YENİ bir anayasaya ihtiyaç olduğu kesin. Bu konuda toplumda bir görüş birliğinin olduğunu söyleyebiliriz. Elimizdeki metin, askerî darbeler dönemine aittir; askerler anayasayı ve parlamentoyu lağvettikten sonra bir araya getirdikleri birkaç bilim adamına kendi arzuları doğrultusunda metin hazırlatıp anayasa diye önümüze koymuşlardır. Kanunların yüzde 80’i de darbe döneminden kalma. Ne bu anayasa ne bu kanunlarla ülkeyi yönetmek mümkün. Mevcut anayasa devletin temeli olan kurumları ve organları birbirleriyle rekabet ettirirken diğer yandan sivil siyasetin önüne bariyerler çekmektedir. Bugün Anayasa Mahkemesi’nin mi yoksa Meclis’in mi, Danıştay’ın mı yoksa Yürütme’nin mi ülkeyi yönettiği sorulur hale gelmiştir. Yeni ve sivil karakterde bir anayasaya ihtiyaç var. Bu anayasa a) Bürokratik merkeze karşı toplumu güçlendirip inisiyatif sahibi kılmalı, b) Siyasi ve sosyal sorunların çözümünde bize yöntem ve yol tespit etmeli, c) Ekonomik gelişmeye paralel refahı tabana yayacak, gelir adaletini sağlayacak, gerçek üretici güçlerin önünü açacak düzenlemeler ihtiva etmelidir. AK Parti, 2003-2005 yılları arasında yeni ve sivil bir anayasa yapabilirdi. 1) Uluslararası konjonktür müsaitti, 2) Toplumsal desteği yüksekti, 3) AB üyelik süreci işliyordu, 4) Askerin başında Hilmi Özkök vardı, 5) CHP ve Deniz Baykal Meclis’e gelen bütün reform paketlerine tam destek veriyordu. AK Parti, yeni bir anayasayı ne telaffuz etti ne yapılan tavsiyelere kulak astı. “Yeni bir anayasa” yapmaya kalkıştığında ise tümüyle yanlış bir yol takip ederek 5 bilim adamına metin hazırlatmakla işe başladı. Metin Meclis AK Parti grubuna gidecek; Meclis Komisyonu’nda görüşülecek; sonra Genel Kurul’da oylanacaktı. Bir toplum sözleşmesi için bundan daha akla ziyan yol düşünülemezdi. Bugün AK Parti 8 seneden sonra bu metinle ülkeyi yönetemeyeceğini nihayet anlamış durumda. Kürt sorunundan gelir dağılımına, Alevi meselesinden din ve vicdan özgürlüğü sorununa kadar, her konu gelip anayasa değişikliğine dayanıyor. Kurumlar ve özellikle Yargı, Yasama ve Yürütme’ye iş yaptırmıyor. Yani bir anayasa şart. AK Parti, yine iki yanlış yaparak işe başlıyor; ikisi de usulle ilgili. 1) Bugüne kadar 16 defa yama atılan bu metne yeni yamalar atmanın faydası olmayacak. Ama AK Parti yine de kısmi değişiklikler yapmak istiyor. Yargıyla ilgili değişiklik talepleri yerden göğe kadar haklı. Ama eğer acil olarak “kısmi değişiklik” yapmak isteniyorsa, söz konusu değişiklik sadece “AK Parti mutfağı”nda ve birkaç kişinin bilgisi ve görüşü olarak teşekkül edemez. Kısmi değişiklik için “siyasi mutabakat” aramak gerekir. Denilecek ki, CHP ve MHP mutabakata yanaşmıyor. Doğru, ama önce AK Parti mutabakatı gündeme getirmeli, sivil toplum kuruluşlarını sürece katmalı, sonra değişiklikleri ilan etmeliydi. O zaman partileri ilzam edebilirdi. 2) Kısmi değişiklik sorunları çözmeye yetmeyecek. Yeni ve sivil bir metne ihtiyacımız var. Bu metin mutlaka “toplumsal sözleşme” olarak teşekkül etmelidir ki, bunun da yegane meşru yolu müzakereci siyasete dayalı “toplumsal mutabakat”tır. Benim kanaatime göre siyasi partiler yeni bir anayasa hazırlayamaz. Anayasa toplum tarafından hazırlanmalı. Denilecek ki mevcut anayasa kısmi veya yeni bir anayasanın nasıl yapılacağını gösteriyor. Ama bizim sorunumuz “mevcut anayasa” değil mi? Darbe anayasanın tanıdığı imkânları kullanıp değişiklik yapmak veya bilim adamlarına yeni bir metin yazdırmak ne kadar sağlıklı? Partilerin hazırlayacağı anayasa ile askerlerin hazırlattığı anayasa usul yönünden aynıdır. Partiler liderlerden ve sayıları bir elin beş parmağını geçmeyen “başkanın adamları”ndan oluşuyor. Parti içi demokrasinin olmadığı bir ülkede kimse milletvekillerinin iradesinden söz etmesin. Hülasa, bu teşebbüsten pek bir şey çıkacağı yok. AK Parti hükümeti de bunu bir seçim stratejisi olarak kullanmaya hazırlanıyor. Yapılması gereken şey, toplumun bizzat kendisinin bu işe el koymasıdır.
Ali Bulaç, Zaman, 27 Mart 2010
************************************************************************************************** |
28.03.2010 |
Mahkeme ne diyecek?
TASLAK Meclis’te 330’un üstünde oyla kabul edilirse ve CHP Anayasa Mahkemesi’nde “Kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı” diye iptal davası açarsa ne olur? Çok büyük bir ihtimalle Anayasa Mahkemesi öyle bir davayı reddeder ve değişiklik referanduma gider! Mahkeme’nin ret kararı vereceğini nereden biliyorum? Bilmiyorum, hukuk bilimine dayanarak kuvvetle tahmin ediyorum. Çünkü Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerine ancak “şekil” yönünden, mesela Meclis’te kaç oyla kabul edilmiş diye bakar, “esastan” inceleyemez! İtirazları duyuyor gibiyim: Türban yasağının kaldırılmasında Anayasa Mahkemesi “şekil”den iptal imkânı bulamayınca “laikliğe aykırı” diyerek “esastan” iptal etmemiş miydi?.. Bu defa da yine değişmez nitelikte olan “kuvvetler ayrılığı” ve “demokratik hukuk devleti” ilkelerine aykırı bularak iptal kararı veremez mi?! Evet beklenti budur; ama...
‘Laikliğe’ benzemiyor! Evet, Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde türbanı serbest bırakan anayasa değişikliğini “laikliğe” aykırı bularak “esastan” inceleyip iptal kararı vermişti! Ama bu defa aynı yorumu yapmasına hiç ihtimal vermiyorum. “Kuvvetler ayrılığına aykırılık” iddiası, ‘laiklik’le mukayese edilemeyecek kadar farklıdır. Anayasa Mahkemesi baştan itibaren çok dar ve yasakçı bir laiklik içtihadı geliştirmişti. Hatta hiç çekinmeden “Avrupa’daki gibi bir laiklik bizde olmaz” diye yazabilmişti! (Karar: 89/12) Ve, kendisinin yerleştirdiği bu dar ve otoriter laiklik içtihadına dayanarak, başörtü yasağını laikliğin zorunlu bir unsuruymuş gibi kabul etmişti... Ve, yasağın kalkmasını “dolaylı yoldan” laikliğin kalkması gibi yorumlayarak anayasa değişikliğini “esastan” iptal etmişti. Peki, şimdi de Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminin değiştirilmesini aynı şekilde “değişmez ilkelere aykırı” sayarak iptal edemez mi?! Hayır, iptal edemez! Çünkü Mahkeme’nin kendisi 2003 yılında daha ileri bir değişiklik önerisinde bulunmuştu! Laiklik konusundan farklı olarak, Mahkeme’nin yapısının nasıl olması gerektiğine dair içtihatlar da yoktur, olamaz zaten. Üstelik Batılı demokrasilerde Anayasa Mahkemesi üyelerinin nasıl “çeşitli” kaynaklardan ve parlamento tarafından seçildiği de ortadadır. Bir iptal söz konusu olamaz.
HSYK için iptal? Peki, Mahkeme HSYK’nın yeniden yapılandırılmasını “kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti” gibi değişmez ilkelere aykırı bularak anayasa değişikliğinin bu bölümünü “esastan” iptal edemez mi? Hayır, edemez! Çünkü taslak, yargı bağımsızlığını kaldırmıyor, ilerletiyor: Müfettişler, sekretarya ve bütçe bakanlıktan alınıp HSYK’ya veriliyor... HSYK için öngörülen üye seçimi ve Adalet Bakanı’nın taslaktaki konumu birçok Batılı ülkelerde mevcut... Anayasa Mahkemesi’nin laiklik gibi, HSYK hakkında eskiden aldığı kararlar yok; olamaz da zaten. Taslaktaki modeli Anayasa Mahkemesi’nin “değişmez ilkeler”e aykırı sayması mümkün değildir! 10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer de 2007’deki anayasa değişikliklerini önlemek için “esastan” değil, sadece “şekilden” yani oylama sayılarından dolayı iptal davası açabilmiş, mahkeme onu da reddetmişti. (Karar: 2007/68) Taslak yeterli sayılarla Meclis’ten geçerse, referandum hukuken önlenemez gözüküyor.
Taha Akyol, Milliyet, 27 Mart 2010
************************************************************************************************** |
28.03.2010 |
Suriye İhvan açılımı ne zaman olacak?
TÜRKİYE ve Suriye arasında son yıllarda çok önemli gelişmeler yaşanıyor. İki ülke arasında vize uygulaması kalktı ve “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması” imzalandı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’de, Türkiye’deki Kürt açılımının bölgeye etkisinin olacağını belirterek, PKK saflarında çarpışan Suriyeli Kürtleri teslim olurlarsa affedeceğini açıkladı. Bunlar hakikaten önemli gelişmeler ancak ülke hâlen eski kalıntılardan ve enkazlardan tamamen kurtulmuş değil. Beşşar Esed ise, Türkiye ile yürüttüğü jeo-stratejik çıkar ilişkileri neticesinde, ılımlı ve pragmatist bir siyaset adamı izlenimi vermeye çalışıyor. Son derece sakin ve uyumlu bir kişiliği var. Bunun altından neyin çıkacağını da tam kestiremiyoruz.
HAPİSHANELERDE DOLU Baba Hafız Esed, daha önceleri vahşi anlamına gelen soyadını 1940’larda Esed -Aslan- olarak değiştirmiş idi. 1979 ve 1981 yıllarında ağır bir kararla Suriye’de Hama kentini yerle bir etti. Halep ve İdlip’de 50 bin insanın ölüm emrini verdi. Bugün hâlâ 20 bin insan Suriye’de kayıp. Öldü denilenlerin birçoğunun mezarları bilinmiyor. Uluslararası Af Örgütü ve BM temsilcileri dahi bu konuya el atamadılar. Ayrıca 1 milyon Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) üyesi Göçmen olarak yaşıyor. Yıllardır akrabaları çocukları ve eşlerinden uzak paramparça olmuş aileler ülkelerine dönemiyor. 30 yıldır Sayda hapishanesinde bulunan insanlar bugün 50-60 yaşına geldi. Aileleri burada bulunan insanların hayatta olup olmadığını dahi bilmiyor. Yıllardır çocuklarını ve eşlerini göremeyen insanlar var. Uzun yıllar ülke dışında bulunan Suriyeliler ülkesine gelmeye korkuyor. Ülkesine dönen aileler ise aylarca hapishanelerde sorgulanıyor.
SURİYE’NİN İNSAN HAKLARI KARNESİ 2000 yılında babasının yerine Suriye Devlet Başkanlığı’na oturan Beşşar Esed’den Müslüman kardeşler bir nebze de olsa umutluydu. Fakat aradan geçen 9 sene maalesef, Batı’da doktora eğitimi almış, demokratik bir ülkede uzun yıllar yaşayan Beşşar Esed’in Müslüman halkına karşı en ufak bir uzlaşma diyalog içersine girmesi mümkün olmadı. Demokrasi ve insan hakları ihlallerine karşı Suriye’nin karnesi hayli vukuatlı. Tam tersine, Ülkesinin ABD tarafından ciddi tehdit algısı karşısında Türkiye ile olan ilişkilerinin de 90 derece bir yumuşama siyasetini başarı ile sürdürmeye devam etti. Suriye’de oranı yüzde 70 olan Müslüman Sünni halkına karşı baskı ve her türlü siyasi, sosyal, kültürel, inanç özgürlüğü ve örgütlenme hareketlerini sert bir şekilde bastırdı. Öte yandan, Suriye’de yaşayan yüzbinlerce Kürt Suriye’de vatandaşlık hakkına bile sahip değil. Kendi toraklarında da hakları ellerinden alınan ve yüzbinlercesi kimliksiz bırakılan Kürtler, devletin göçertme politikasına da maruz kalıyor. Özellikle verimli topraklardan Kürtlerin göçertilmesi için ağır baskılar yapılıyor. İslam dünyası aydınları, Sivil Toplum Örgütleri ve Dini Önderler de maalesef Suriye’nin, Kudüs ve Filistin davasındaki Arapçı nasyonalist çabası, ve stratejik öneminden dolayı, yönetimin kendi halkına karşı işlediği insani suçlar karşısında sessiz kalmaya devam etmektedir. Beşşar Esed, 1970 yılından beri babasının sıkıyönetim ile idare ettiği ülkede başkan olur olmaz sıkıyönetimi kaldırdı. Aslında Beşşar Esed değişimin kaçınılmaz olduğu bir süreçte ve bölgede yaşadığının farkında. Bu şansı kullanmalı.
1 MİLYON SÜRGÜN İHVANLI Bugüne kadar sürgünde bulunan 1 milyonu aşkın muhalif İhvan üyesi kendisine karşı silahlı bir harekete dahi bulaşmadı. Beşşar Esed, Müslüman kardeşler ile barışmak ile kendisini daha da büyütecek ve Suriye’nin ve Arap dünyasının gözünde saygınlığını gücünü aslında pekiştirmiş olacaktır. Ki, zaten İhvan’ın bir parçası olan Hamas yetkililerine sahip çıkan bir ülkenin kendi vatandaşlarına hâlâ soğuk savaş döneminin aklıyla kafa tutması bir paradokstan başka bir şey değil. Suriye’de 1980/49 sayılı kanuna göre: Müslüman kardeşler cemaatine mensup olan herkes suçlu kabul edilir ve idamına karar verilir. Yani inanç ve fikirden dolayı idam cezası verilmektedir. Bu yasa Baba Esed zamanında alınan katı Baas rejimi döneminin kararı idi. Bu kararın günümüz dünya konjonktüründe hiçbir insani ahlâkî ve hukukî yanı yoktur... Müslüman kardeşler cemaati herkesin bildiği üzere silahlı bir örgüt değil tamamen ilmi ahlâki bir yapıdır. Bugün Suriye hapishanelerinde sadece fikrinden ve inancından dolayı on binlerce insan suçsuz yere zindanlarda çürümektedir. Esed yönetimi, siyasi baskı ve insan hakları ihlalleri ile Suriye’yi adeta açık hava hapishanesine çevirmişti Uluslararası Af Örgütü, BM ve merkezi Londra’da bulunan Suriye insan hakları gözlemevi (SOHR) yapmış oldukları gizli ve açık araştırmalar sonucunda, Suriye Beşşar Esed rejiminin sivil toplumu yok ettiğini, kültürel gelişmeyi engellediğini ve muhaliflerini ise söz dinlemez olarak dünyaya sunarak bastıran bir siyaset izlediğini açıkladılar. 11 Eylül saldırılarını aynı ABD gibi kullanarak İslamcıları ezmeğe kalktığını rapor edildi. Uluslararası insan hakları eylemcileri, Suriye’de İslamcılara karşı baskının, Suriye ideolojisinin temelini oluşturduğunu, bundan dolayı bu konuda kolay kolay ilerleme sağlanamayacağının altını çizmektedir.
SURİYE’YE YAPTIRIM MÜMKÜN MÜ? Suriye’de yaşanan insan hakları ihlalleri karşısında, Şam’a sürekli ve yoğun biçimde gidip gelen ve orada beş yıldızlı otellerde konaklayıp nargile tüttüren yazar-çizer arkadaşlarımız, Suriye-Türkiye ilişkilerini yoğun Turistik, Kültürel ve Ticari geziler şeklinde sürdürmenin ötesine geçmeliler. Türkiye’den Mazlum-Der, Hukukçular Derneği ve diğer STK’larımız bu meselede Suriye’ye açılım desteği vermeleri vicdani bir sorumluluktur. Bunun yapılması Suriye’ye zarar değil bilakis büyük bir fayda sağlayacaktır. Zira bugün Suriye’nin açılımına katkı sağlayamaz isek Allah korusun yarın ülke yeniden içine kapanacak ve yeni ırkçı yasaların uygulandığı bir mezbahaneye dönüşecektir. Beşar Esed’in Müslüman Kardeşlere zeytin dalı uzatma zamanı geldi ve geçiyor. Kendisine akıl vermeye çalışan Baba Esed döneminden kalma köhnemiş yaşlılardan bir an önce kurtulmasını diliyorum. Son olarak, Türkiye ve Suriye arasında vize uygulamasının kalkmasının ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması’nın Şam’ı nasıl etkileyeceğini doğrusu çok merak ediyorum
Osman Atalay, Yeni Şafak, 27 Mart 2010
************************************************************************************************** |
28.03.2010 |