H.İbrahim CAN |
|
Yirmi birinci yüzyılın kent bölgeleri ve İstanbul |
Yirmi birinci yüzyıl şehirler asrı. Halen dünya nüfusunun yarısı şehirlerde yaşıyor. Gelecek yirmi yıl içinde bu oranın yüzde 60’a çıkacağı tahmin ediliyor. Daha da ilginci artık birkaç şehri kapsayan kent bölgelerinin oluşmaya başlaması. Tekirdağ-İstanbul-İzmit-Adapazarı şehirleri de Türkiye’nin kent bölgesine dönüşüyor. İşte bu yeni fenomen Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı UN-HABITAT’ın yeni raporunda ele alınıyor: Dünya Şehirlerinin Durumu 2008/2009-Uyumlu Kentler. Uyumlu kentler aslında bir arzunun ifadesi. Zira milyonlarca insanın kendi yurtlarından kopup geldikleri bu mega kentlerde, uyumun sağlanması söylendiği kadar kolay değil. Göç nüfus artışını, nüfus artışı sağlıksız yapılaşmayı, sağlıksız yapılaşma sağlıksız hayat alanlarını, sağlıksız hayat alanları sağlıksız nesilleri sonuç veriyor. Yeni oluşan bu kent bölgelerinde her şey sorun. Su, kanalizasyon, çöp toplama, yeşil alan sağlama çevresel açıdan çok büyük sorun. Sıkışan yapılar, artan araçlar, yetmeyen otoparklar ve yollar bu mega kentleri uyumsuz hale getiren bir diğer faktör. Bu rapora göre yeni mega kentler ya da kent bölgelerinin ruhunu kültürel miras, yere aidiyet hissi, kolektif hafıza ve karmaşık sosyal ve sembolik ilişkiler ağı oluşturuyor. Peki, bu ruhu kimler yaşayabiliyor? Kente sonradan göç etmiş, gecekondu bölgelerine yerleşmiş, iş ve aş derdini çözememiş, çocukları kalabalık ve çift eğitimli sınıflara doluşmuş sonradan olma kentlilerin, o şehrin tarihi ve kültürel dokusunu yaşama, şehre rengini veren sanat ve kültür etkinliklerine katılma fırsatı var mı? Geniş araştırmalara göre kentleşme özellikle gelişmekte olan ülkelerin sorunu. Her ay 5 milyon kişi daha kent hayatına katılıyor. Gelişmekte olan ülkelerin kentleri her yıl yüzde 2,5 oranında büyüyor. 2050 yılına gelindiğinde gelişmekte olan ülkelerin kentsel nüfusu 5,3 milyarı bulacak. Rapora göre; bu gelişmeler ülke hükümetlerini hemen harekete geçmeye zorluyor. Türkiye de bu akımdan uzak kalamıyor. Yapılan bir araştırmaya göre yalnızca geçen yıl 5,5 milyon kişi doğu ve güneydoğudan batı illerine göç etmiş. Halen İstanbul nüfusunun işsiz olan yüzde 13,7’sinin en önemli kısmı bu sonradan göç edenler. Peki, ne olacak? BM Raporu yoksulları öne çıkaran, ayrımcılığı önlemeyi amaçlayan, bölgesel farklılıkları azaltan politikalarla bu yeni doğan kent bölgeleri fenomeni ile başa çıkılabileceğini söylüyor. Ama bunun için öncelikle de siyasî iradenin olmasını şart koşuyor. Peki, Türkiye’nin kent bölgesi İstanbul bu tespitin neresinde? Yetersiz altyapıları, yüzde yetmişten fazlası kaçak binaları, kenti çevreleyen gecekondu semtleri, devam eden göçleri ile İstanbul için geç kalınmak üzere. Eğer hükümet özel bir İstanbul politikasını bir an önce uygulamaya koymazsa, yirmi yıl sonrası susuz, trafiği kilitlenmiş, havası ve suyu kirlenmiş, dikey büyüyen bir yaşanmaz kentle karşı karşıya kalacağız. Beklenen İstanbul depremine hazırlık olarak bina stoğunu yenilemeyi bırakın, risk değerlendirmelerini bile henüz tamamlamamış, belediyeleri parasızlık içinde yüzen, yatırımları durmuş bir İstanbul, raporun öngördüğü “uyum”dan çok uzakta. Dört yılda iktidarı muhalefetinin uyumu içinde gerçekleştirilen dört bin imar planı değişikliğiyle, bunca yıldır hâlâ tamamlayamadığı bölge, nazım ve uygulama imar planlarıyla, yeni otoparklar yapmak yerine değnekçilerin işini elinden alıp resmî değnekçilik yapan belediye şirketleriyle İstanbul yerel yönetimleri hâlâ kendi dertlerinde. İstanbul da yaşayanlar mı? Onların zaten geçim derdinden kentin büyüdüğünü bile görme şansları yok. Umarız hükümet “İstanbul Açılımı” yapmaya karar verdiğinde çok geç olmaz.
30.03.2010 E-Posta: [email protected] |