Ali OKTAY |
|
Nur Cemaati deyince akla her şey gelir de müzik gelmez!.. |
Gazeteci yazar Emre Aköz ve Nevzat Atal’ın hazırladığı ve yaklaşık bir ay kadar süren bir yazı dizisi yayınlanmıştı Sabah Gazetesi’nde. Sene 2004 yılı Aralık ayı idi. Dizinin konusu ise Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, talebeleri ve Nurculuk Hareketi temelinde “Nur Cemaati” başlığını taşıyordu. Yazı dizisinin 13. gününde, 2004 yılı içinde yayınlamış olduğumuz “Aşk mıdır ki” isimli albümümüzden de bahsetmişti Emre Bey. Yazıya ise işte yukarıda yazıldığı gibi: “Nur Cemaati deyince akla her şey gelir de müzik gelmez” diye başlanmıştı. Bediüzzaman Hazretleri’nden bahseden, Risâle-i Nur’lardan alınıp bestelenen eserlerin bir müzik albümünde olması şaşırtmış olsa gerekti. Yazıda yer verdiği düşüncelerden dolayı kendisini telefonla arayıp hem teşekkür etmek, hem de Risâle-i Nur ile müzik arasında bir çelişki olamayacağından bahsetmek istemiştim. Emre Bey, “Albümü dinlediğini gerçekten de beğendiğini, kendisinin de iyi bir müzik dinleyicisi olduğunu” belirtmiş ve samimî fikirlerini paylaşmıştı o gün. Bu yazı üzerine “Demek ki aydınlarımıza, insanlarımıza Üstad Hazretleri’nin sadece “farklı” bir din adamı olduğunu değil, aynı zamanda Risâle-i Nur’daki edebî dili, şiirleri, bu şiirlerin kendi içindeki melodik yapısını da anlatmamız lâzım” diye düşünmüştüm. Hâlâ da bu düşüncedeyim. Bugün hatta daha da önem kazandığını söylemek lâzım. Geçen günlerde de yine gazeteci yazar Cüneyt Ülsever köşesinde Bediüzzaman Said Nursî’nin din adamlığı yönü dışında Onun “bir mütefekkir, fikir adamı, düşünür kimliği”nin kendisini daha çok ilgilendirdiğini, dikkatini çektiğini yazıyordu. Çok değil daha 20–25 yıl öncesine kadar —hatta bugün de kısmen— dinî hassasiyeti yüksek olan belli çevrelerde müzik ile İslâm dini arasında yüksek duvarlar varmış gibi davranıldığı bir vakıa. Sonra ise kilise de kullanılan org bile artık İslâmî albümlerde, konserlerde normal karşılanır olmuştu. İfrat ve tefrit arasında gel-git yaşayan bir toplum yapısı idi bu. Oysa asrın güzel insanı, müceddidi bu meseleyi çözmüş Risâle-i Nur’larda bir çok yerde “musıkî” kelimesini kullanmış ölçüyü prensipleri koymuştu. O, eserlerinde enstrümanların adını dahi kullanmış, hem de benzetmelerde bulunmuştu. Tesbit edebildiğim bazı kısımlar şöyle : “...Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’ân denilen musika-i İlâhiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kefh-misâl olan ulema ve meşâyih ve hutebânın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyir ve seyelân ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve herbir tel, bir nev’iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nispeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir? (Münâzarât) Şu anlatıma, bakış açısına bakar mısınız lütfen. Üstad Hazretleri imanî bir bahsi izah ederken kanun ve tanbur gibi iki enstrümana yer vermiş hatta “umum kütüb-ü İslâmiye” ile “tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi olarak” arasında bağ kurmuş, benzetme yapmıştır. İlk cümlede ise “Kur’ân-ı Kerim”, “musıka-i İlâhiye” olarak da nitelendirilmiştir. Bu anlatım o yüzyıl insanını bırakın bugün için bile oldukça şaşırtıcı ve bence hayranlık uyandırıcı bir yorum. “İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf surî bir san’atçığıyla, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa, acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir musikî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir musika-i İlâhî tarzında yapmış ki, hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.” (Sözler) Üstad Hazretleri 32. Sözde ise görüldüğü gibi kâinatı, zemini ve zemin içindeki hayat sahiplerini ve insanın başını Rabbanî bir ses cihazına ve bir İlâhî musıkîye benzetmiştir. Yine Sözler/Lemeât da Üstad Hazretleri “Güya bütün kâinat ulvî bir musikîdir; iman nuru işitir ezkâr ve tesbihleri” derken burada da “kâinat, ulvî bir musıkî” olarak geçmektedir. 30. Lem‘a da ise Bediüzzaman Hazretleri “Madem icadsız ve sûrî bir küçük san’at, san’atkârının ruhunda bu derece bir iftihar, bir memnuniyet hissi uyandırırsa, elbette bu mevcudatın Sâni-i Hakîmi, kâinatın mecmuunu, hadsiz nağmelerin envâıyla sadâ veren ve ses verip tesbih eden ve zikredip konuşan bir musikî-i İlâhiye ve bir fabrika-i acibe yapmakla beraber;” derken yine “Kâinatı o sınırsız nağmelerin çeşitleriyle ses veren tesbih eden konuşan bir İlâhî musıkî” olarak niteler. Üstad Hazretleri Divan-ı Harbi Örfi isimli eserinde “Musîbetlerin tenevvüü, musikînin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu” diyor. Çektiği sıkıntılı durum eziyet ve işkenceyi bile bir musıkînin nağmesi gibi gören bir Üstadımız var. Hazreti Mevlânâ, Mesnevi’sine “Dinle neyden neden bahsetmekte, ayrılıktan şikâyet etmede” diye başlar. Bediüzzaman Hazretleri de bir nevî buna atfen der ki: “İşte o neyler, semâvî, ulvî bir mûsıkîden geliyor gibi sâfî ve müessirdirler. Fikir o neylerden, başta Mevlânâ Celâleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârâne teşekkiyât-ı firâkı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma karşı takdim edilen teşekkürât-ı Rahmâniyeyi ve tahmîdât-ı Rabbâniyeyi işitiyor.” Risâle-i Nurlardaki anlatım gerçekten de kendi içinde orijinal bir musıkîye sahiptir. Onun bazı küçük örnekleri işte belli başlı albüm çalışmalarına da konu olmaya başladı. Ancak Risâle-i Nurdaki müzik dilini ön plana çıkarmak için daha yapacak çok iş var. * Konsere dâvet !... Bediüzzaman Hazretlerinin vefat yıldönümü dolayısıyla neredeyse bütün illerde –hatta yurtdışında– anma programları düzenleniyor. Güzel ilimiz Gaziantep’de anma faaliyetlerini bir haftaya yayarak bir Bediüzzaman Haftası düzenlemiş. Bu çerçevede vereceğimiz konserde İnşallah; 28 Mart Pazar günü 19:00’da ben ve Mehmet Akça Tasavvuf Müziğimizin yanı sıra Risâle-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri hakkında yapılmış besteleri de icra edeceğiz.
25.03.2010 E-Posta: alioktay@alioktay. net |