Halil USLU |
|
İskenderun, Antakya, İstanbul |
Mart ayı bir çok cihetle mânevî ve fikrî hareketlerin harmanıdır. Bu itibarla geçtiğimiz haftayı, gecesiyle gündüzüyle dolu geçirdik. Geçtiğimiz hafta her beldenin kendine göre özellik arz eden hizmetlerle dolup taştı. Dâvet olunduğumuz beldelerden ilk durak yerimiz İskenderun idi. Fakat Adana’daki kadim dostlarımı ziyaret ve onların manevî derslerine, duâlarına iştirak ederek ve yeni hizmet birimlerini görerek İskenderun’a intikal ettik. İskenderun eskiye nazaran çok mesafeler almış. Arkadaşların samimî uhuvvetleri, muhabbetleri ve arkadaşlıkları sayesinde yep yeni ve geniş bir vakıf binalarına kavuşmuşlar. “Bediüzzaman’da kardeşlik ve eğitim” başlıklı seminerimize alâka büyüktü. Çevreden gelen kardeşlerimizle ve üniversiteli başta Barbaros gibi gençler bana ayrı bir ışık vermiştir. ”Bazen bir, bine bedeldir” ifadesi sosyal hayatta da görülmektedir. İskenderun çok kültürlü ve bir çok dinin bulunduğu aziz Türkiye’mizin ayrı bir güzel köşesi. Böyle yerlerde hayatın ve birliğin devamı İslâmın emrettiği kardeşliğin varlığı ile olabilir ve istenilen eğitimin hayata geçmesiyle devam eder. Bu mânâ içinde herkesin anlayacağı bir dille çeşitli misâllerle bu iki mevzu üzerinde durduk. Emeği geçen Av. Erol Beylere ve bize bu imkânı tanıyan bütün can dostlarıma binler teşekkürler... İkinci durak yerimiz, daima gönlümüzde yer yapan Antakya idi. Ahmed Feyzi ve Kâmil kardeşimizin kaptanlığında vasıl olduğumuz bu tarihi şehirde her anımız dolu geçti. Burası da tarihî yönden İskenderun’dan daha çok faaliyeti olan bir yer. Habib-i Neccar Hazretlerinin kabrini ziyaret ettikten sonra, Ortodoks Kilisesi eski genel başkanı Jozef Naseh Beyin babasının ölümü dolayısıyla eğitimci Recep Bayraktar Beyle ziyaret ettik. Orada da ifade ettik “Ezan, çan, hazan.” Bu üç ses duyulur ve işlenir bu aziz mekânda. Böyle bir yerde de Hz. Bediüzzaman’dan “Açılımda kardeşlik ve eğitim üzerine” resitaller sunduk. Dar daire, orta daire ve geniş dairede uhuvvet-i İslâmiye ve selâmet-i âmme dediğimiz dünya barışı üzerinde Antakyalıların çok görkemli hâle gelen vakıf binalarında hitap ettik. Eski ve yeni can dostlarıyla kaynaştık, gecenin geç saatleri ve sabahın imsak vakitlerinde birlikte olduk. Yakup Beylere, Haydar Beylere, Çaksenlere, Hasan Hocalara ve hasseten beni mazinin derin ve hazin sahifelerine götüren hanım ablalarımıza binler tebrikler... Bu güzel hizmetlerin akabinde, çok gönül sultanlarının mekânı İslâmı bol olan İstanbul’a Risale-i Nur Enstitüsü’nün dâvetlisi olarak intikal ettik. Enstitü binasındaki dakikalı ve saniyeli konferansımızın konusu “Risâle-i Nur’da kardeşlik”ti. Kısmı-ı a’zâmı İstanbul Üniversitesi’nde okuyan kardeşlerimiz ile üniversiteye hazırlanan gençlere, yol şartlarının yorgunluğuna rağmen, yılların birikimi içinde gençlerin şevkine ne lâzımsa, aynı mânâlar içinde takdim etmeye çalıştık. Yüzlerindeki tebessümler, karşılıklı diyaloglar ve espriler onların hoşnut kaldıklarının emareleriydi. Bu gençler gönül ve fikir âlemimde çok ufuklar açmıştır. Ayrıca kendilerine kendilerini anlatmaya, gerçek kardeşliğin ve Ashab-ı Kiramın (r.anhüm) vârislik intikalindeki sırları açmaya çalıştım. Onlar bu cihetle salonlara sığamazlar ve sığmayacaklarını gösterecekler. Musikîleriyle gönlümüzde ma’kes bulan bu gençleri ve başta Celaleddin Ç., İsmail K., Münir A., Hasan K. ve Yunus Emre Beyleri tebrik ediyorum. Bizim burada olmamız dolayısıyla düğünlerine dâvet eden Mehtap ve Bilal kardeşlerimizin Dilruba’daki düğünlerine katıldık. 40 yıllık arkadaşımız Abdurrahman ve Abdil Beylerin ricalarıyla da “Hz. Peygamber ve Aile“ başlıklı öz ve kısa bir hitabede bulunduk. Evet her şey o zât-ı nurâniye bağlı. “Levlâke Yâ Muhammed”. Sana binler selâm ey Allah’ın Rasülü (asm)...
19.03.2010 E-Posta: [email protected] |