Nejat EREN |
|
Hakikate olan ihtiyaç ve Batılı insanın manevî beklentileri |
Her insanın fıtratı, yani yaratılışı, mizâcı, gerçek mânâdaki temel ihtiyaç ve arzuları, her yerde her an hemen hemen aynı çizgide birleşiyor. Çok fazla farklılık arz etmiyor. Dünyaya gelip insanca yaşamayı isteyen, arzulayan her insan hak diyor ve istiyor, adalet diyor ve istiyor, vicdan diyor ve istiyor, insaf diyor ve istiyor, doğruluk diyor ve istiyor, sıdk diyor ve istiyor, merhamet, şefkat diyor ve istiyor. Kısacası gerçek mânâda huzur, saadet ve insana lâyık bir şerefle yaşmak istiyor. Çünkü her insana Yaratan tarafından verilmiş olan sayısız cihazlar, binlerce duygular, birçok çeşitli hisler, bunca mizaçlar ancak onu Yaratana tâbi olup ona intisap etmekle ancak tatmin olur, teskin olur, mecrâında yürür. Geçen haftaki yazımda bahsettiğim gibi iki haftadan beri Almanya ve Avusturya’nın çeşitli şehirlerinde yerli ve yabancı çeşitli gruptan insanlarla birlikteliğimiz ve temaslarımız oldu. Çok değerli camiâmızın mümtaz hizmet elemanlarıyla gece gündüz mütemadiyen İman ve Kur’ân dâvâsının meselelerine mesai harcayıp elimizden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştık. Bir defa daha anladık ki, bu kudsî dâvânın gönül erlerine düşen daha çok iş ve hizmet var, bizleri bekliyor. Bana göre, bu konuda hiçbir bahane üretme lüksümüz ve şansımız da maalesef yok. Çünkü bu gezilerimiz esnasında şunu bir defa daha çok net olarak müşahede ettik ki, insanlar ve insanlık “akıl, ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette aklî delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân”ın doğru mesajlarının kendisine ulaşmasını arıyor ve bekliyor. Bir başka deyişle, insanlık “insaniyet-i kübrâ” (en büyük insanlık) olan İslâmiyetin o engin ve kucaklayıcı sıcaklığını ve rahmet şemsiyesini bekliyor. “İstikbalin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek” olan tek ve alternatifsiz gerçeğin İslâmiyet’in gösterdiği hakikatlerden oluşacağını, hakikî Hıristiyanlığın da Kur’ân’a tâbi olup ittifak etmeye mecbur olacağının hakikatini açıkça ve net bir şekilde hissedebiliyoruz. Bütün mükemmelliklerin üstadı, bir buçuk milyar nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen, hakikî bir medeniyetle, müsbet ve doğru fenlerle cihazlanmış olan İslâmiyet’in hükümlerini hiçbir kuvvetin kıramayacağı hakikatinin daha yüksek sesle ve ikna edici bir tarzla tebliğ edilmesine şiddetle ihtiyaç var. İnsanlığın beklediği doğrudan doğruya Kur’ân’dan çıkan İslâmiyetin kuvvetinin ve onun medeniyetinin güzelliklerinin galip gelerek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceği, bunun neticesinde bütün dünyada genel bir barışın temin edileceği bekleyişi son safhada. Vahşetin, zulmün, düşmanlığın, taassubun, engizisyon felsefesinin tam ve hakikî panzehiri; insanlığın vazgeçilmezleri olan adaletin, itidalin, meşruiyetin, doğruluğun, medeniyetin tesis edicisi ve “medenîlere hitap ve tebligâtın zorlama ile değil ikna ile” olduğu hükmünü getiren İslâmiyetin sevgi, kardeşlik ve mükemmellik olduğu gerçeğini fiili ve ahlâkî olarak göstermekledir. Tahrif edilmiş Hıristiyanlığın insanlığa artık hiçbir şey getirmediği, sönmeye başladığı ve ancak sâfîleşerek İslâmiyet’e karşı terk-i silâh edeceği gerçeği gün gibi aşikâr olmuştur. Onun için inananlara düşen en büyük sorumluluklardan birisi de, “Mevcûdiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet’ten elini gevşetme; dört el ile sarıl; yoksa mahvolursun” tesbitine uymaktır. Saadet güneşinin parıltıları dünya üzerinde ağırlığını her geçen gün daha da hissettiriyor. “İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak” haykırışı Avrupa semalarında dalgalanıyor. İki dünya saadetinin kaynağı olan İslâm ahlâkının ve iman hakikatlerinin güzelliklerini göstermenin; hem diğer dinlerin mensupları nezdinde; hem dinde lâkayt ve kayıtsız olanlar nezdinde güzel örnek teşkil ettiğine şahit olduk. Avusturya ziyaretimiz esnasında; Alp Dağlarındaki muhteşem manzaraları seyirden dönerken, yol üzerinde küçük bir yerleşim merkezinde ikindi namazını kılmak için uğradığımız diyanete bağlı cami çayhanesinde kısa sohbet esnasında “imanî hakikatlerden” küçük bir demet sunmamız ve oradaki küçük cemaatin fertlerine, burada yetişen gençlerine, kendi çocuklarına çok iyi sahip çıkmaları için yaptığımız kısa tavsiyeler karşısında: “Bunları bu şekilde bize anlatanlar yok. Keşke herkes sizin gibi böyle anlatsa!” diyen has Anadolu insanının arayış ve bekleyişlerini anlamaya ve bir şeyler yapılması lâzım geldiğine kanaat getirdik. Almanya’da bir ilde, dershanemizin üzerinde kiracı olan bir vatandaşımızla sohbetimiz esnasında, kafasında bulunan birçok felsefî ve karmakarışık sorularını, Müslümanların yaşantısından dolayı zorluklarla karşılaştığını itiraf etmesi... Bütün bunları bilen oradaki Nur Cemaati mensuplarının kendisine olan saygı ve kendisini dışlamaması karşısındaki takdirkâr duyguları: “Bunlar benim bu kadar dine ters olan yaşantıma rağmen hiçbir zaman beni dışlamadılar ve katlandılar. Ben bunların yerinde olsam bu şekildeki bir insanı burada muhafaza etmezdim” itirafı ve uzun zamandan beri kafasını kemiren bir çok soruya; Risâle-i Nurlardan okuyarak verdiğimiz cevaplar... Sosyal hayat ve “insaniyet-i kübra olan İslâmiyet” hakkındaki yorum ve sohbetimizden sonra, kendi itirafıyla şahsında dine uygun olmayan hallerinden pişmanlık duymasına rağmen o kötü alışkanlıkları bırakamaması; ama bir arayış içinde olduğunu itiraf etmesi... Okunan konuların ve verilen misallerin orijinalliği ve ikna edici deliller karşısındaki hakperestliği ve yakın ilgisi bize oldukça tesirli mesajlar verdi. Yine aynı şehirde bir dostumuzun kısa süreli dâveti üzerine gittiğimiz evinde, bitişik komşusunu da dâvet ettiğini ve tesettürlü olamayan bu komşu bayanın kısa konuşmalarımızdan sonra samimî olarak bana hitaben: “Nejat Abi, ben Risâle-i Nur’dan kopmak istemiyorum. Tatillerde Türkiye’de bu konuda bana yardım edecek dostlarınız varsa bana yardım edin!” ifadesi karşısında biraz şaşırdığımı, ama insanlığa karşı çok ciddî sorumluluğumuzun olduğu gerçeğini bütün çıplaklığıyla bir defa daha ortaya koyduğunu hissettim. Münih’e yakın bir yerde yapılan; Güney Almanya ve Avusturya bölgesini içine alan bölgedeki elli civarında Nur hizmetkârının katıldığı üç günlük “Risâle Okuma Ve Eğitim Programı” da Elhamdülillâh dolu dolu geçti. Başta tevhid, nübüvvet, haşir olmak üzere hizmet esasları, meslek ve meşreb konuları dâhil birçok konu ve problem tam bir demokratik hava içerisinde müzakere edilip değerlendirildi. Katılanlar son derece memnun olduklarını ifade ederek ve kısa zaman sonra “Aile Programında” buluşmak üzere ayrıldılar. Burada bulunan bütün ağabey ve kardeşlerin kendilerini, eşlerini, özellikle de çocuklarını her türlü manevî tahribattan korumak için yaptıkları bu güzel faaliyetlerin plân ve programlı olarak yıllardan beri devam ettiğini ve edeceğini görmek ümitlerimizi tazelendirdi. Katılan ve emeği geçenleri tebrik ediyor, bu gibi hizmetlerinin gelişerek ve genişleyerek devam etmesi duasında bulunuyoruz. Yeni bir müjdeli haberle yazımıza noktayı koyalım İnşaallah: Başta Avrupa olmak üzere Yeni Asya sevdasına gönül vermiş dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun Yeni Asya okuyucuları olan bahtiyar insanların samimiyet ve gayretleriyle bütün dünyaya yayın yapan “Yeni Asya International” gazetesi kısa bir zaman önce artık ek olarak “Almanca özel sayfalarıyla” yayına girmiş bulunuyor. Bu çok önemli bir hadise, çünkü dünya çapındaki fesat şebekeleri ve zındıka komiteleri “Bahtiyar Alman Milletinin” üstünden dinsizlik oyunları oynamaya çalışıyor. İnşaallah, “Yeni Asya International” bu gibi tuzakları bozacak karşı yayınlarıyla bu kirli plânları deşifre etmesi bakımından çok önem arz ediyor. Bu dalda hizmeti ve emeği geçenleri tebrik ediyoruz. Başta İngilizce lisanı olmak üzere diğer dillerde de gazetemizin yayın yapmasını ümit ediyor ve bu alanda başta Avustralya ve ABD’deki dostlarımızdan sorumluluğu olanlardan yeni çalışmalar ve katkılar bekliyoruz. Yepyeni ve ümit dolu hizmet ve faaliyetlerde birlikte olmak dilek ve temennisiyle.
19.03.2010 E-Posta: [email protected] |