Muzaffer KARAHİSAR |
|
Bir çaresizlikten kurtulmak için gayret |
“Benim yaşadığım bir felâketti. Allah başka kuluna göstermesin. Çektiğim sıkıntıların, acıların, ıztırapların haddi hesabı yok. Otuz yıllık aile hayatımız, uzun yıllardan ve dört çocuktan sonra bir cinayetle sona erdi. Önceden işlerim iyiydi, sonradan her şey tersine gitmeye başladı. Olumsuzluklar, takıntılar, kötü düşünceler ve şüpheler benim kafamda yer etmeye başladı. Aile içi iletişim, diyalog, samimiyet, içtenlik gittikçe azalıyor; tartışmalar, azarlamalar, bağırmalar gün geçtikçe artıyordu. Aile düzenimiz ve geçimimiz gittikçe bozuluyor. Bu gidişatta çocuklar tarafsızca, ses çıkarmadan, çaresizce seyrediyorlardı. İstanbul’da tedavi gördüm, ruhsal takıntı teşhisi koydular. İlâç kullanıyordum, ama iç huzursuzluk dolayısıyla ilâç da tesir etmiyor, zaman zaman alkol de alıyordum. Eşim benim sözümü dinlemiyor, gitme dediğim yere gidiyor, beni saymadığı gibi, küçümsüyordu. Aile büyüklerimizden fazla destek ve yardım alamadık ya da fayda etmedi. Bana ‘sabret, sıcak aile yuvanı bozma’ diye tavsiye eden; ona da ‘eşinin sözüne bak, huzursuzluk çıkarma, yanlış yapma’ diyen olmadı. Eşimi sıkça dövmeye başladım. Küs gidince, onun dokuz erkek kardeşi vardı. Onlar da gelir beni döverlerdi. Böyle kördöğüşü bir hayat, sıkıntılar ve stresler içinde devam edip gidiyordu. Çocukluğumda biraz dinî bilgi almış, Kur’ân okumaya başlamıştım. Evlendikten sonra İslâmî yaşantımız sadece Ramazan’da oruç tutmaktı. Onun haricinde herhangi bir dinî vecibeyi yerine getirmezdik. Çocuklar da aynı durumdaydı. Yalnız küçük oğlum, okuduğu okulda bir arkadaş grubu ile birlikte bazı şeyler öğrenmiş, bir tek o namaz kılıyordu. Ben zaman zaman ona ‘Bu dernek, cemaat gibi şeyleri bırak, okumana bak’ diye ikaz eder, bazen de kızardım. Gerçi içlerinde en çok onu, bana karşı müsamahalı ve merhametli görürdüm. Eşimin vefatına sebep olduğum için cezaevine girdim ve yirmi yıla mahkûm oldum. Dört sene yattıktan sonra aftan yararlanarak çıktım. Çıktım, ama hayatın tamamı benim için cezaevi oldu. Üzüntüler, sıkıntılar, yokluklar, çaresizlikler, hastalıklar yakamı bırakmadı. İç huzursuzluğumu ve sürekli karamsarlıklarımı ve yaşadığım duygu karmaşıklıklarımı anlatmak, ifade etmek ya da onlardan kurtulup uzaklaşmak çok zor. Cezaevinden çıkınca çocuklarıma telefon ettim. Hepsi de beni suçluyor ve görüşmek istemediklerini söylüyorlardı. Bir ailem, yakınım, kimsem yoktu artık. Dayanıp güvenebileceğim, derdimi paylaşacağım insan kalmamıştı. Onlar olmadan yalnız bir ve tek başına bir hayatın yükü, sıkıntısı, acısı omuzuma yüklenmişti. Bu, kabullenilmesi çok güç bir gerçekti, ama değiştirilmesi de mümkün değildi. Küçük oğlumun merhameti fazladır onu biliyorum, ancak dayıları ve ağabeylerinin etkisi ile o da benden uzak duruyor…” Yaşlı ve hasta Ali Bey hayatında, başından geçen müessif olayı bir hikâye anlatır gibi, durgun bakışlar ve yorgun ses tonu ile anlatıyor, yüzündeki ifadeler ve titreyen elleriyle de acılarının ve çaresizliğinin derinliğini ifade etmeye çalışıyordu. Ara sıra gözlerimin içine bakarak tepkimin ve reaksiyonumun olup olmadığını süzüyordu. Ya da bir dost, dert ortağı bulma ümit ve hayali ya da beklentisi ile bana öyküsünü anlatıyordu. Ama hiçbir şekilde kendi tarafını ve haklılığını teyit etme beklentisinde değildi. O, bütün anlatacaklarını anlattı ve lâfın ve ümitlerin tükendiği noktaya gelip durdu. Çay içtik, bakıştık ve şu andaki ortamdan, hizmetlerden, mekânlardan memnun olup olmadığını sordum. Herhangi bir ihtiyacı olmadığını, her şeyin iyi olduğunu söyledi. Ali Beye geçmişten gelen bütün bu sıkıntıları, stresleri, acıları bir tarafa bırakarak; azim ve gayretle yeni bir hayat, yeni bir sayfa açarak, yeni ve mutlu bir dünya kurarak, bu noktadan sonrasını nurlandırıp, aydınlatmasını, bunun kendisi için bir kurtuluşun, umudun başlangıcı olabileceğini anlatmaya çalıştım. Allah’a iman edip, dayanıp güvenmenin, ondan af dilemenin, ümitsizliğe düşmemenin faziletini, Allah sevgisinin ve O’na ibadet edip, O'ndan yardım beklemenin faziletinden bahsettim. Kalbin ve ruhun huzurunun ve mutluluğun İslâmda, imanda ve Kur’ân’da olduğunu anlattım. Onun mutluluğu ve huzuru için, her zaman, her konuda yardımcı olabileceğimi, kendisini bir evlâdı gibi, arkadaşı gibi destekleyeceğimi, yanında olacağımı ifade ettim. Merhum eşi ve çocuklarını kinle ve nefretle anma, hatırlama yerine onları şefkatle, merhametle, dua ve istiğfarla anmasının daha doğru bir yol olduğunu anlatmaya çalıştım. Eyvahlar ve eseflerle ağlamak, yanmak, şikâyet etmek yerine, kalan ömür dakikalarını imanla, ibadetle, Kur’ânla, istiğfarla, dua ile geçirmesi onu ebedî elemden, gamdan, kâbustan, belâdan kurtaracağını; fani dünyaya bedel baki bir saadeti kazanmanın reçetesi olduğunu ifade etmeye çalıştım. Onun durumuna ve içinde bulunduğu sıkıntılara bakarak bütün dertlere derman, hastalara şifa, çaresizliklere çare olan Kur’ân’ı dinlemek, inanmak ve emir dairesinde hareket etmekten başka çıkar yol olmadığını anlattım. “De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” 1 “Kullarıma haber ver ki, gerçekten Ben çok bağışlayıcı ve pek merhamet ediciyim.” 2
Dipnot:
1. Zümer Sûresi, 53. 2. Hicr Sûresi, 49.
17.03.2010 E-Posta: [email protected] |