Faruk ÇAKIR |
|
Medya üzerinden darbe |
Hiçbir şeyin gizli kalmayacağını, yaşanan son hadiseler vesilesiyle bir kez daha anlıyoruz. 28 Şubat sürecine bizzat şahitlik eden gazeteciler şaşırtıcı açıklamalar yapmaya devam ediyorlar. Sabah gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni ve şimdinin Star gazetesi yazarı Ergun Babahan’ın bir röportaj vesilesiyle yaptığı açıklamaları (Taraf, 15-16 Mart 2010) 28 Şubat sürecinde yaşanan hukuksuzluğu ve medyaya yapılan baskıyı anlamamıza yardımcı oluyor. Aslında röportajda anlatılanların bir kısmı daha önce de başka ‘şahit’lerce açıklanmıştı. Babahan’ın açıklamaları biraz daha isimlendirilmiş, biraz daha ayrıntılı bilgiler içeriyor. Anlatılanlardan özetle şunu anlamalıyız: Türkiye’de medya 4. kuvvet değil, kimi zaman 1. kuvvet gibi iş görüyor. Bu sebeple demokrasiye tuzak kurmak isteyen darbeciler en önce medyayı ele geçirmeye, ona darbe indirmeye çalışıyorlar. Ve maalesef bunu büyük ölçüde de başarıyorlar. Tabiî ki burada kabahat sadece medyayı ele geçiren darbecilerde değil. Medya dediğimiz derin kuyuda, rütbeli darbecilerden daha darbeci, onları da geride bırakacak kadar sivil siyaset muhalifi ‘gönüllüler’ var. Bu gönüllüler iki de bir askeri göreve çağıran, onları darbe yapmaya teşebbüs ettiren kişiler. Meselâ, sahibi tarafından bile “Biraz devletin gazetesidir” diye (Aydın Doğan bu açıklamayı, Zaman’dan Nuriye Akman’a yapmıştı. Merak edenler arşive müracaat edebilir.) tarif edilen bir gazetenin uzun yıllar Türkiye’nin ‘en büyük gazete’si olması bile başlı başına yaşadığımız çelişkiyi ortaya koymaz mı? “En müstehcen gazete”nin en çok satmakla övündüğü ve başka bir ‘büyük gazete’nin “Biraz devletin gazetesi” olduğu bir ülkede sivil siyaset gelişebilir mi? Maalesef medyanın darbecilere angaje olduğu ve onlardan gelen her türlü ‘tavsiye’yi emir telâkki eden bir anlayışla Türkiye’nin sağlıklı demokrasiye ulaşması mümkün değil. 28 Şubat sürecinde medya dünyasında yaşananların şahitleri hâlâ hayatta. Gazetelerin manşetlerine, kimin yazı yazıp kimin yazmayacağına, kimin hangi gazeteye sahip olacağına kadar yapılan müdahalelerin bugün değilse ne zaman hesabı sorulacak? Darbeciler kendilerine taraftar bulabilmek için en önce medyayı susturmayı, onları sağlama almayı planlamışlar. Şaka değil, hazırladıkları ya da hazırlattıkları ‘yalan haber’leri “Ankara büroları” aracılığıyla gazetelere manşet yaptırmışlar. İtham edilen rütbelilerden biri çıkıp da “Hayır, biz müdahale etmedik” diyor mu? “Susmak, doğrulamaktandır” kaidesince anlatılanları doğru kabul etmek durumundayız. Zaten şimdiye kadar da bunların aksi iddia edilmedi. TV’lerde kimin hangi ‘konuğu’ kabul edeceği, hangi konuların konuşulacağına kadar varan müdahaleler ile ne medya dünyası bir yere gidebilir, ne de Türkiye ‘muasır medeniyetler seviyesi’ne ulaşabilir. Unutmamak lâzım ki, 28 Şubat sürecinde medya üzerinde oynanan oyunların bir benzeri 12 Eylül’de ve 27 Mayıs’ta da oynanmıştır. Yine unutmamak lâzım ki, nisbeten az da olsa benzer oyunlar, benzer müdahaleler bugün de yapılıyor olabilir. Bunu anlamak için TV’lerde ‘vaaz’ verenlere dikkatli bir nazarla bakmakta fayda var. Nasıl oluyor da belli kişiler, belli ‘kanal’ları işgal edip bu işgali sürdürebiliyor? ‘Doğru’ları söyleyenlere niçin mikrofonlar uzatılmıyor? Medyayı, darbecilerin oyuncağı olmaktan kurtarmak şart vesselâm...
17.03.2010 E-Posta: [email protected] |