Faruk ÇAKIR |
|
Aile boyu yasak |
28 Şubat (1997) sadece bir tarihi değil, aynı zamanda haksızlığın ayyuka çıktığı bir sürecin başlamasını anlatır. Uzun süren bir Millî Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar iktidara biraz da zorla kabul ettirilerek 1000 (bin) yıl sürmesi istenen bir süreç başlatılmıştı. Bu ‘süreç’in bir hedefi de ‘tesettür’ü kamusal alan dışına atmaktı. Gerçi bu hedef 28 Şubat’ta değil, çok daha önceki yıllarda ortaya konulmuş ve ‘Tek Parti devri’nde “Tesettür hudutlarımızın dışına atılacak” yollu haberler o günkü gazetelerde yer almıştı. Millete rağmen icra safhasına konulan her ‘süreç’ten sonra mağdur olanların sayısı artıyor. 28 Şubat süreci de yeni mağduriyetlere sebep oldu. Yeni Asya’nın bu sürecin yıldönümü vesilesiyle başlattığı yeni yazı dizisinde (13. yılında 28 Şubat) birbirinden dikkat çekici, ibret verici ve bazen de göz yaşartıcı röportajlara yer veriliyor. Aslında dizideki bütün röportajlar ayrı ayrı değerlendirmeyi hak ediyor. Bu vesile ile diziye katkı sağlayan arkadaşları tebrik ederken, “28 Şubat süreci”nin mağdurlarından Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş’un şu tesbitine dikkat edelim: “Ben üniversite’den atıldığımda benim kızım ilkokul 3. sınıfa gidiyordu. Şimdi o üniversite 4. sınıfa geldi ve aynı yasak devam ediyor.” Hiç bir sûrette alışmamamız gereken ‘kanunsuz başörtüsü yasağı’nın sadece anne-babaları değil, çocuklarını da mağdur ettiğini görelim. Tabiî ki devam eden haksızlığın nasıl sona ereceği de tartışma konusu. Doç. Dr. Kurtulmuş bu konuda da şöyle konuşmuş: “Problemin hâlâ çözülmemiş olmasının en büyük sebebi; siyasî iradenin bu konunun çözümünde yeterli kararlılık ve feraset gösterememiş olmamasıdır. Belki niyetleri samimiydi, ama sonuç ortada. Bir Hayrünnisa Hanımın, ya da Emine Hanımın orada oturması önemli. Güzel bir şey, ama 18-20 yaşındaki çocukların başörtüsüyle okula gidememesi kadar önemli değil bana göre. Bu da, Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor. Milletin yarasına merhem olmadıktan sonra o makamlarda kimin oturduğunun ne önemi var. Samimî olarak başörtüsü meselesini çözmeye kalksalardı, çözerlerdi. Cumhurbaşkanlığı sorununu nasıl çözdüler? Referanduma götürüldü, halkın bir problemi olmadığı ortaya çıktı ve sorun doğru bir şekilde çözüldü. Aynı direnci ve iradeyi burada da göstermelerini bir başörtüsü mağduru olarak beklerdim. Belki iç dünyalarında çözmeyi istediler, ama ‘Bedel ödemeye hazır değiliz’ dediler.” (Yeni Asya, 4 Mart 2010) Evet, fazla söze hâcet yok. Yıllar yılı devam edip, insanları ‘aile boyu’ mağdur eden kanunsuz ve keyfî başörtüsü yasağı; ciddî, kararlı ve ısrarlı bir çalışma ile sona erdirilebilir. Sevgi Hanım güzel bir örnek vermiş: Cumhurbaşkanlığı için verilen mücadele, başörtüsü yasağını sona erdirmek için verildi mi? Türkiye’yi ‘idare edenler’in eşlerinin başları örtülü olması ‘artı puan’ ise, aynı kişilerin kızları sırf başları örtülü diye ‘hicret’ etmek durumunda kalıyorsa bu ‘eksi puan’ değil mi? Kendi çocuğunu Türkiye’de okutamayan bir ‘iktidar’ gerçekte de ‘iktidar’ mıdır? ‘İktidar’ kabul edilse bile ‘muktedir’ denilebilir mi? Başörtülü öğrencilerin üniversiteye girebilmelerini, arzu edenlerin uygun mekânlarda çalışmalarını; idarecilerin eşlerinin ‘makam’larda oturmalarına tercih etmeliyiz. İnşallah gelecekte ‘yasaklı günler’i ‘mizah’ niyetine hatırlayacağız... Tabi üzüleceğiz de...
07.03.2010 E-Posta: [email protected] |