Faruk ÇAKIR |
|
Hangisi daha ciddî? |
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu meselelerin ‘şaka’ya alınacak yönü yoktur. Aksine tamamı ‘ciddî’ meselelerdir. Bu ciddî meselerin biri de siyaset-ordu ilişkisidir. Tabiî ki bu konuda geçmişten günümüze kadar çeşitli badireler atlatıldığı için problemleri bir günde sona erdirmek mümkün değil. “Tek parti” devrini bir yana bıraksak bile, çok partili hayatımızın ortalama her 10 yılda bir ‘askerî darbe’lerle kesintiye uğradığı malûm. Kimi kanlı, kimi de kansız olmak üzere darbe ve muhtıralara maruz kalan Türkiye’de son aylarda alışık olunmayan hadiseler yaşanıyor. Meselâ, Susurluk kazası sonrası TBMM araştırma komisyonunca ifade vermeye çağrılan bazı generallar bu dâvete icabet etmemiş, sergiledikleri tavırlarıyla da bununla adeta övünmüşlerdi. Şimdi ise sorguya alınabiliyor, suçu sabit olanlar da tutuklanabiliyor. Her defasında tekrarlamak gerek: “Adalet” her zaman ve herkes için gerekli. Kimse kimseyi keyfî olarak suçlayamamalı, keyfî olarak mahkûm edememeli. Başka türlü ‘mülkün temeli’ni sağlam tutmak mümkün değil. Bu işleri; ‘Sen ettin, ben ettim’ anlayışıyla sürdürmek mümkün değil. Son dalgada yüksek rütbeli subaylar gözaltına alınıp bazıları da tutuklanınca itiraz edenler oldu. Geçmişte de bazı profesörler tutuklanınca benzer itirazlar dile getirilmiş ve “Her gün hastalarını ameliyat edip onları ‘kurtaran’ cerrahlar nasıl tutuklanır?” diye soranlar olmuştu. Sanki profesörler ya da yüksek rütbeli kişiler suç işlemezmiş gibi... Herkes bilir ki her ‘insan’ın suç işlemesi ‘teknik’ anlamda mümkündür. Meselâ, iki gün önce çok üzücü bir hadise meydana geldi. Emekli bir yarbay, iki kızı ve eşini öldürüp intihar etmiş. (Star, 24 Şubat 2010) Normal şartlarda böyle bir hadise olabilir mi? Olmaması lâzım, ama maalesef olmuş. (Şu ana kadar aksi bir bilgi açıklanmadığına göre bu bilgiyi ‘doğru’ kabul edersek) Yarbayın ölmediğini, yaralı olarak kurtulduğunu varsayın. “Olmaz, bir yarbay böyle cinayet işlemiş olamaz” mı denilecekti? Keşke böyle yanlışlar yapılmasa, ama maalesef kamuoyu, böyle cinayetlerin işlendiğine şahit oluyor. Yüksek rütbeli subayların “Balyoz darbe planı” çerçevesinde gözaltına alındığı açıklanınca, TSK komuta kademesi ve orgeneral/oramiral düzeyindeki subaylar Genelkurmay’da toplanmış. Çeşitli yorumlara da sebep olan bu toplantı sonrasında (BN-19/10 nolu “Bilgi Notu” başlıklı) kısa bir açıklama yapıldı ve şöyle denildi: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında ortaya çıkan ciddî durumu değerlendirmek üzere, bugün Genelkurmay Başkanlığı Karargâhında Türk Silâhlı Kuvvetlerinde görevli bütün Orgeneral ve Oramirallerin katılımı ile bir toplantı icra edilmiştir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur. 23 Şubat 2010, Saat: 18:55” Ortada ‘ciddî’ bir durum var, ama ciddî durum bazı emekli ve muvazzaf generallerin gözaltına alınması mı, yoksa seçimle işbaşına gelen bir hükümetin ‘darbe’ ile devre dışı bırakılması çalışmaları mıdır? “Kimse kimseyi devre dışı bırakmıyor, kimse darbe planı yapmıyor” diyenler olabilir. Yalnış şunu hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’de sadece ‘plan’a değil, fiilî darbelere imza atılmıştır. Ve hâlen geçmişte darbe yapanlar ellerini kollarını sallayarak gezmeye devam ediyorlar. Hem de yaptıkları darbeyi savunmaya devam ederek... “Darbe” yapmak yürürlükteki “ihtilâl anayasası”na göre bile suç ise, bu nasıl mümkün oluyor? Asıl “ciddî durum” bu değil midir?
tıklayın! 25.02.2010 E-Posta: [email protected] |