Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Değişim sancısı |
Türkiye’nin, çok partili demokrasi sürecini üç defa kesintiye uğratan klasik darbeleri artık tamamen geride bıraktığı, son dönemdeki farklı Genelkurmay Başkanları tarafından da defaatle ifade edilen bir husus. Ülke ve dünya şartları, darbeye izin vermiyor. İç şart ve dengeleri bu noktaya getiren en önemli dinamik, bütün eksik, gedik ve duraksamalara rağmen AB sürecinde aldığımız mesafe. Ve gelinen noktada, 28 Şubat türü, “sürece yayılan müdahale” yöntemi de ömrünü tamamlamak üzere. Yine iç ve dış dinamikler, askeri kışlasına çekilip, siyaset ve toplum mühendisliği başta olmak üzere, üzerine vazife olmayan işlere karışma alışkanlığını artık terk etmeye zorluyor. Asker de bu duruma intibak etmenin kaçınılmaz sancılarını yaşıyor. Bir tarafta kendisini devletin ve cumhuriyetin kurucusu ve sahibi gören geleneksel bakış; diğer tarafta demokrasinin gereği olarak bu rolü artık terk etme zarureti... Balyoz planı, yaşanan köklü değişimi doğru okuyamayıp klasik darbe yönteminde ısrar eden zihniyetin, muhtemelen bir yenisi daha gündeme gelmeyecek en son marifeti gibi görünüyor. Ergenekon operasyonuna konu olan diğer darbe planları ise, asıl yapılmak istenenin, yargı, üniversite, medya, STK’lar gibi sivil unsurlarla işbirliği halinde, 28 Şubat tarzı bir müdahaleyi tahkim ederek sürdürmek olduğunu düşündürüyor. O dönemde, ülke genelindeki birliklerin tek tek ziyaret edilip, kıta hizmetindeki subaylar arasında, muhtemel bir müdahale fikri için nabız yoklama gereği duyulması dahi, yaşanan değişimin çok ilginç ve çarpıcı göstergelerinden biri. Bu “ordu içi anket” çalışmasından çıkan sonuç da müdahale heveslilerini caydıran bir sebep olmalı ki, bu da “genç subaylar”ı hep darbe için yanıp tutuşan heyecanlı muhterisler olarak gösteren yorumların ne kadar sakat olduğunu gözler önüne sermek için yeterli bir veri olsa gerek. Öte yandan, Genelkurmay’da Hilmi Özkök’le başlayıp, arada—“or”ların karargâhtaki son toplantısı gibi—bazı ufak tefek arızalar olsa da genel hatlarıyla korunup sürdürülen yaklaşım, 28 Şubat tarzından da, yol açtığı sakıncalar sebebiyle vazgeçilmekte olduğunun işaretlerini veriyor. Özkök’ün “28 Şubat’ta takip edilen yöntemin, siyasette kimlerin önünü açtığını gördük” şeklinde özetlenebilecek beyanları bunun ifadesi. Bu demek değil ki, adeta genlere işlemiş 90 yıllık duyarlılık ve refleksler bir çırpıda atılıp silinecek ve etkinlik mevzileri derhal terk edilecek. Böyle birşey mümkün değil. Ama girilen süreç, zaman içinde, eski katı tutumları da tedricen yumuşatıp daha dengeli hale getirecek. 28 Şubat’ta başörtüsü ve irtica konuları için sosyologlara kulak verilmesi teklifini hiç duraksamadan reddeden tavrın yerini, cemaatlerin toplumdaki yerini tesbit için sosyolojik tahlillere ihtiyaç olduğunu teslim eden değerlendirmeler alacak. Doç. Dr. Tanel Demirel’in, 21.2.10 tarihli Yeni Asya’ya manşet olan yorumlarında dikkat çektiği, şu anki Genelkurmay tavrında etkin olan “kontrollü değişim” çizgisi, sanırız, böyle bir değişim ve gelişimin önünü açacak gibi görünüyor. TSK’nın kendi içinde bir temizlik yapıp bunun için yargı mekanizmasını çalıştırması; din, irtica, siyaset, Kürt sorunu gibi konulardaki tavrı sorgulaması, bu sürecin kaçınılmaz sonuçları. Demirel, askerlerin “Siviller istediği için değil, şartlar farklılaştığı için değişiyoruz” anlayışıyla hareket ettiklerini de söylüyor ki, bu yorum Beşinci Şuâ’daki parametrelerle örtüşüyor. Orada Bediüzzaman, kahraman ordunun, dizginini eline alıp hatalarını düzelteceği mesajını veriyor. Sivil alanda, bilhassa siyaset-din-etnisite ilişkilerinde askerin eski reflekslerle müdahale gerekçesi olarak görüp kullandığı yanlışlar da behemahal düzeltilmeli ki, bu süreç sağlıklı bir zeminde, sür’atli bir şekilde gelişerek devam etsin. Ve onun ölçülerini de yine Said Nursî veriyor.
tıklayın! 25.02.2010 E-Posta: [email protected] |